Bir gün daha kaydı gerilere doğru. Bir gün daha geçti umutlarım içinde. Alaca karanlık kuşağı ömrümüz. Çetrefilli nice ağırlığı barındırıyor. Özlem dolu haykırışları duvarların arasına gömdüm.

Hani deniz üşütür demiştin. Sonrasında yandığını sanmıştın. Hani tuzu yakar sanmıştın dudaklarını. Gözlerin ışıl ışıl bakakalmıştın uzaklara. Dalgaların arasından bekledim çok kere ufku. Uzaklar yakın olur sandım. Dalgalar kıyıyı aşındırıyor da denizlerin ağırlığı niye dibini delmiyor? Yüzme bilmeyebilirim. Öğrenmeme de gerek yok. Bana lazın değil denizin dalgaları. Benim kıyılarım çoktan aşındı. Tortularında kumdan kaleler yükseliyor.

Hani şehirlerin sınırları vardır derdin. Büyüklü küçüklü bir şehir. Sen ayrı şehir, ben ayrı şehir. Her yemek yediğimde sınırlarım genişler mi benim? Her genişlemede senin şehrine ulaşır mıyım sence? Yahut zayıflamalı alabildiğine. Ufalmalı, ufalmalı. Gelir belki ilhak olunur işkal olur duvarlarım. Merkezi alınmış şehrin sınırlarından ne olur.

Sayılar tek tek artarmış. Düzenleme menüsünden çifter çifter arttırsak zaman daha hızlı geçer mi? Yahut seriye bağlamalı sarmalı. Ne diyor şarkıda:
“Ömrümce hep adım adım,
Her yerde seni aradım.”

Belki koşar adım belki yavaş. Ama inatla sabırla adım adım.

Hani dağların karı vardır derdin. Çıkma dağlara üşürsün. Ayakları kayar, başın döner sanmıştın. Dağların tepesini de gördüm, uçurumların dibini de. Ovalarında vadiler açılıyor. Dağlar yükseliyor şherimde benim. Her yükseliş oksijene hasret. Her yükseliş kara gebe. Yarmalı ortasından kayaları. Tozduman olmalı ortalık. Engin ovalarına humuslu toprakları mı dökeyim, kırmızı madeni yatakları mı? Alev alev şimdi gökyüzü. Dağların tepesi alabildiğine nurfeneri. Şile deniz fenerini yakadursun dağlarımı aydınlattım ben nurunla. Ovaların dinginliğine bıraktım yağmur bulutlarımı.

“Gün doğmuş gün batmış, ebet bizimdir.”
Diyor Necip Fazıl. Ezelden ebede:
Yollarıma bak ışısın yollarım,
Benim açılan saran kollarım,
Benim sevgilim!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!



Süleyman Yüksel