Cahit Zarifoğlu
Hayatı
Cahit Zarifoğlu
Şiirleri
- Yedi Güzel Adam
- Su
- Kartal Ölüsü
- İşaret Çocukları
- Sultan
- Anılar Defterinde Gül Yaprağı
- Anlamak
- Aylak Göz
- Şehriyar
- Şekiller
- Tablolar
- Taş Gemi
- Züleyha
- Afganistan Çağıltısı
- Ağaçlar
- Soru İşaretlerinden Biri
- Ağartı
- Ahenksiz Kuşlar
- Akşam Sofrasında Yedi Kişilik Bir Aile Oyunu
- Altı Üstü İnsanlığın
- Ana Oğul
- Güneş İnip Suya Dokun
- Güzelcin
- Hama 1982
- Hama Sımsıcak
- Hasret Fantazisi
- Haziran
- Hesaplanmadan Ölü
- Hızla Akan Mızrak
- Ilık Kocaman Bakışlar
- İçerdeki Ayrılıklar
- Ayna
- İkinci Ayna
- İstanbul
- Savaştığımız Günler Kendimizle
- Çoğalmak
- Büyük Su
- Fil Yüreği Gibi Bir Yürek
- Kaybolan Şiir Hayretlerimiz
- Yüzlerin İnce Lifinde Korku
YEDİ GÜZEL ADAM
Bu insanlar dev midir
Yatak görmemiş gövde midir
bir yara açar boyunlarında
Kolkola durup bağırdıklarında
– Yar kubanın olam
Dağlar önüme durmuş
Ki dağlanam
Çekip pırıl pırıl mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden
Durdular ite çakala karşı yarin kapısında
1.
Yedi adam biri bir gün
bir kan gördü
gereğini belledi
yari asla koynuna
Ayırmaz kanı yanından
Beyaz haberlerim var kardeşlerim
– Bir güzel ince gelin
Kabartır göğsünü toz duman içinde
gelinliği durur çıkartıp bıraktığı yerde
İçerlerden bir taşlı tarladan
Kaynayan nehrin gözünde
unutmuş gelin alınlığını
Avuçları sıcacık yumulu bedenine dayalı
Kalın bilekli badem topuklu
Seyirtir o ince gelin
g r e v l i’lere şifalar götürmek için
Beyaz haberlerim var kardeşlerim
– Gölgesiz meydanlara
aklı yağmalayanlar arasından
yayılırsa karanlık fısıltılar
ya da güzel dışlı yapay çiçekleri
Muhtemel bir genç kızın
Başına atılırsa
yedi adamdan biri
Bir gün bir kan göreni
Kabukları soyulmuş
Taze devrilmiş bir ağaç gibi
Çeker çıkarır kendi kadınlarından
Fırlar yataklarından tatlı uykudan
Çıplak yalın ve güzel adaleli
O er alarak
Seyirtir danseder gibi
– Önce sağlam olmalı arkam
O ince gelin
Berilir hemen ardında erin
1000 yıl durmadan en atmış bir çınar gibi
G i d i y o r dansöz gibi
Yere ve göğe açık avucunda o kan
O işlem onda güvercin ve sevap
Onlarda en ağrımalı yara
Ve yollanıyor o güvercin onlara
Güvercin değişiyor gittikçe ondan
Güvercin değişiyor vardıkça onlara
+ ve aman ne uzun sürüyor bir düşman öldürmek +
Yedi adam artık bir kan göreni
Varıyor dengede
Kuğu gibi sarkıyor onlara
akıyor onlara
şiirler söylüyor ve mısralarında
işlek çelik kümeleri
ve kalkıyor her bir ulaşmasında
iki yanında sülüs ve vav gibi
bir vuruşta öldüren elleri
-Karanfil serpercesine
Bir kez daha vurdum ya Allah diye açtığım yaralara
-Güzelin düşmanı güzel olur
güzelin yari güzel olur
O varıyor tüm meydanlara
Kanı okşayarak ve kabartarak
Kanı okşa ve kabart
Ve sonra sabah kahvaltısında
İçinden geçirmekle varsın sofrana
Çocuklarımızın ellerinde büyüyen gagalı şeylerin
Tanrının buyruğu ile ortaya çıkarttığı
Gürbüz bir yumurta
II.
Yedi adam biri bir gün
bir aşk gördü
gereğini belledi
ölüm girse koynuna
Ayırmaz aşkı yanından
Beyaz haberlerim oluşuyor kardeşlerim
Daha ne kadar saklanabilirdik seninle:
Yaylalardan nasıl geçtik
Çobanlara yetişemedik ama uzaktan
zahmetsiz ve hiç kimseye değil gibi konuşan ağızlardan
Ne bilge sözler dinledik
Sığındığımız
Ve içinde saçlarımız göle girmiş gibi ıslanan
O dev O kabul eden O izin veren mağaralar
Yine açık yine buyur’lu
çekildi üstümüzden. – Çalıların
Bilen duruşlarıyla karşılaşırdık koşuşurken gizlilere
Güneşi tez gördük dağlarda
Ormanın ay çiçeği gibi uyanan hayvanlarıyla
İlk iş gövdemizin acıktığını anlamak oldu
Gittik kokladık ekmeğimizi tarlalarda
O gün gezdim seni elllerimle
Söyledin: Geniş vuruyor yüreğin
Ülkeye tez giden ayaklarımla varıyorum
Kanım temizliği seven bir kola atılıyor durmadan
Yıkanmış güneşte yeni kurumuş çarşaflar gibi
Serin ve ürpertici gövden
Yaklaşmaktasın ve & çok yakınıma taşıdığım & güller
Sana canı gönülden aşık oldum meleğim
Kollarına
gümüş
bilezikler düşündüm
Dostlar buldukça onlara
Kalın kaşlarını övdüm
Güzeldin
Gövden gerilmiş devinmekteydi
Bir tobloda gibi her bakmaya değişen
Karanlık anlamlardan arınan yüzünle
Hakkı verilmiş
Zehirleri alınmış kazanlarda
Demirle birlikte çeliğe koşmaktaydın
Ve döllenmekteydin mengenelerle kucaklanarak
İşçi eğilir bükülür ve doğrulur
Köylü bükülür doğrulur eğilirken
İnsan iyi maden kuyumcuda
Güzeldin & Gövden
Yeni bir iklim gibi yayılmaktaydı karalara
Ağaçlar,kırlardaki hayvanlar kasabadaki insanlarca
İşte davetliydin
Acıktık bıçaklarına kanımızı gütmekteymişin gibi
Gelip acı sözlerin için
Bir çekmece koydun yaralarımıza
Ve ellerin uçuşan yapraklar gibi
Birden
Nasıl yalnız olduğumu anladım
Kimseler yoktu ikimizden başka birbirine bakan
Susuyor sessizce
Aşkla ilerliyorum
Milletim bileniyorum
Devirmeye
Devirmeye safrası beynimi üleşen
Elleri karımın üstünde birleşenleri
Bundan böyle yekinmeye hevesli yüreğim
& sanatsever halkımıza duyrulur &
Aklım eski izlerde şimdi
İz demek
Bir geniş
Bir kendine dönük bir en ileriye
Yol demek
Usulca kalkıp gidene: Dur
Ki çevrileceksin
Toydun cesurdun
Gençtin atıldıın
Bilmezdin atıldın
Kabuğu oydun oydun
Kabukta kaldın
Sis iner örter mermeri
ağacı binayı
Sis kalkar kalkmaz
Gürünür mermer
Ağaç ve dev
Bu adamlar dev midir
Yatak özlemez gövde midir
Gül açar boyunlarında
Kolkola durup bağırdıklarında
Bomba düşmüş gibi deprenir toprak
Konuştuklarında
– Yar kurbanın olam
dola yaşmağını bileğime
Ki düşmanı güzel vuram
Çekip mavzerler çıkardılar oyluk etlerinde
Durdular ite çakala karşı yarin kapısında
III
Yedi adam biri bir gün
bir yar gördü
gereğini belledi
yari asla koynuna
Ayırmaz yari yanından
Alev gerekli kentliye
Bu ısıtma devleri kentte
bir an önce inmeli oğlum
& bütün gün badem çırptım
üzümün tehini armudun çürüğünü ayıkladım
uykuya geç vardım
yatağın içine elimi daha yeni koydum
rahatıma doymadım ama..&
ÜMMETİ GÖZETMEM GEREKLİ
Ben seni beyaz haber ustası
Olasın DİYE boğmadım – DOĞURDUM
Beyaz haberlerim için hazır olun kardeşlerim
Anam su döküyor ellerime
Bedenim hızla kaçıyor
Gözlerime toprak atan uykudan
Suyu çarptıkça yüzüme ve gözlerim yalnız
Yanıyorlar
Yemi torbanın dibine gelince beygir
İri saman saplarının arasından
İri etli dudaklarına
Küçük zor bulunan arpaları topluyor
Bir parça daha
yükselen
bir parça küçülen
Bir parça daha uzak duran yıldız
Beygir ve yanında duran semeri
Evin gerisinde yığınla odun – badem dalları
Ve kuru alıç kökleri
Ve ben o zaman bilmezdim halka
Ateş gerektiğini
Çalışır gün boyu kuru ağaçları devirir
Badem çırpar budardım yaban çalıları
Gün tepeme değsin öğleye durayım
Gün tepene değsin öğleye durasın
Kökleri hem derinleri hem sığları sarmış
Durmaksızın nimet devşiren
Ceviz ağacının altında.-
Öğleye durmayı
Hiç düşündüm mü ağaç neden hayvan değil:
Çünkü kan’dır hayvan
Damardır ağaç
O ceviz ağacının altında
Dallarına ve köklerine
Bir öz su damarı gibi bağlanarak
Onlar ve ağaçlar
Toprak ve kalbinden doyurduğu hayvanlar
İşitmişler bakın onlarla
Onlar ve yapraklar
geniş bir ağızla üfürülüyormuş gibi kımıldamaya başladılar
Onlar ve tüfeğimi doğrulttuğum kuşlar
Şimdi öldürme vaktim değil
Başıma omuzlarıma konun
Dudaklarımdan ve kalbimden dinleyin
& İşte bakın ekmek böyle tutulur &
Öğleye durarak bağlıyorum bu tepeleri
O tepelere
Eğlenme doğada – kentte bu gece ışıklar yanmadı
Damlardan
Çorba dumanı yükselmemekte
Yufka ekmeği
Toprak ve ağaç kokulu ellerimle
& İşte bakın ekmek böyle tutulur &
Şu en artist
Ve lokmayı taşıyan parmakların ucunda
Pıt pıt bir damar gibi atan
Yemin ve billah
Sıcak bulgur aşının kalbidir
Dedim çünkü kalk
Yoksa sütüm helal olamaz
Düşündüm sol kolları kesik insanların
Ne denli mahir olduklarını sağ kollarında
Beyaz haberlerim için toplanın kardeşlerim
– Adım Mustafa ve Niyazi ve Abdurrahman
Kafkas yaylalarında çadırlarımın
Sürülerimin ocak taşlarımın
İzleri vardır & doğup yürümeye başlayınca
Çıplak basmıştım toprağa &
Yine de ana’vazım duymasam hiç uyanmam
Bedenim öylesine yorgun babam öylesine ölü
Ölü gibi kımıldamıyor dedem
Sini belli kendi belli değil
Ne bir hak torunlarında ne yaşayan bir arzusu
Ellerim yumruk dizlerimin arasında(tam üç yüz yıl)
Etim etimin sızısını alsın diye
Kalk çünkü sabah yıldızı
Bir mızrak boyu yükseldi
+ iri ve zeki
uçları nemli bir göz gibi +
IV
Yedi adam biri bir gün
bir bela gördü
gereğini belledi
Yalvarsa evleri harap kadınlar
ve ağlayan bir kaç çocuk
Kamalar salınsa karnına
ayrılmaz belalı yanından
Haberime kulak asmayıp – Duymadık
Demeyesiniz kardeşlerim
Ülkem bugün
Yariyle buluşmuş gizlilerde
Tepeden tırnağa yeni yıkanmış
Ve örtüler içinde
Göz kapakları kale kapıları
Gibi örtülü
Yassı gözlü kabarık alınlı
Kalbine ve beline zengin
Düzgün bedenli bol saçlı erkekler gibi
Ülkem
Tepeden eteğe yıkanmak için
Aşıdan sonra paklanan
Ovalara yayılmış kadınlar
Evi uçsuz bir yol gibi bekleyen
Yavruya verilecek süt gibi
En sıcak yerinde bekleten
O kadınlar gibi ülkem
– Yürürüm bayırlarda
Gücüm ne merkezde tartmak için
Kulak verir
Dinlerim ağacı
Geçerken beton döşeli apartman kaykılı toprakta
Sesim nasıl etkili yoklamak için
Durdurur sorarım kentliyi
Ne haber böyle :
Nereye :
Bela üreten elim
Nasıl davranır belalar içinde
Sınamak için
Uzanır okşarım saçlarını ey yarim
Bakarım aşık ve hoyrat ellerime
Bir gün sapsarı kesildim
Öyle bir tabiat vardı ki gövdemde
İnsanları görmezdim bile yanımdan
Bir
hava
bulutu gibi geçerlerdi
İçimden
Gidip dağlara
Kafa tutmak gelirdi
Bir gün ben
İri ve kaslı gövdem
Sapsarı kesildim
Hali harap bir dev çıktı önüme
Gözlerini öyle açtı ki yüzüme ve ağlamış
Sonra söyleştik
Bu bir nöbet devriydi kardeşlerim
Bizimle aşkta olanların
Eline su döksünler
Çadırlarının önüne o küçücük
kilimleri sersinler
V
Yedi güzel adam
Biri bir gün bir dağ gördü
Gereğini belledi.
Ki o dağ
Ağaçsız ve yalnız
Gökle alıp veriyordu.
Rüzgarla ürperir gibi olurdu
Beygirin derisi nasıl ürperirse boydan boya
Dokununca.
Yılanla akreple kertenkele
Tavşan keklik kurtla
Onlarla
Hayvanlarla kımıldanırdıı
Dağ bu
Serpilmiş atılmış yer kapmış
başa kuruluş.Böbürlenmeden iri kendiliğinden koca
Dağ bu
Devir. söz gelsin. kervan devri
Eteğinde ipek yolu zencefil yolu
Kara ve beyaz yolu zenci. Develer
İçerek karınlarından tüylerinden geçirerek
Dağı yiyerek. söz gelsin. beslenirlerdi
Dağ bu
Devir kuş devri
Geçerdi kartal
İşte o kartal
Renksiz ısıvermeden
Ürkmeden ürkütmeden
Kendinden geçerek süzülür
Dikine batar dikine çıkar
Coştumu
Vurur kendini dağa – ölürdü parçalanarak
Dağ bu
Devir aslan devri
Yer yer toplaşarak
erkekli dişili
Sık sık oynaşarak
Devir insan devri
Geçti geçti
İnsan geçti
Et geçti kan geçti
Göz geçti
Gelenler
Yeni gelen yeniden sonradan gelen
Geçti geçti
Dağ bu
Yılanla kımıldanırdı
Yılanla kımıldanırdı
Yedi güzel adamdan biri
Bir gün bir dağ göreni
Durdu sevmeden bilmeden devinirken
Durdu durdu seyreyledi
Sordu :
dağ nicesin
günde mi gecede misin
geçmişte şimdide
yoksa gelecek bir düşte misiin
Dağ serpildi
Atıldı yeniden yer tuttu
İlk kez yılanla kıpırdanmadı
Gözü görür görmez
Dağa göçtü güzel adam
Eteğinden yukarıya üç gün
Yürüdü.Bir yılda dolandı
Çevresini.Eğlenerek kayalarda geceleri
Yürüdü günde ve bir kuş gibi
Görerek de
Durmadan dolandı dağın çevresini
Artık dağ yılanla kımmıldamadı
Kımıldardı onunla
Hırçındı adam hep hırsla
Yaralıymışca inlerdi
Yüzü durgun gözler duru berrak
Hırslanırdı ayağıyla – avuçlarından ter akar
Omuzlarını burardı
Ola ki anlatsa dağ
Der hırçındı adam ince bilekli
Azgıın topuklu
İnce uzun parmaklı karınsız
Karşı koyan omuzlu
Yerken güzel yer doymadan kalkar
Oturarak ve hayvanlardan bile
Gizlenerek işerdi
Adam hırçındı – saçları uysal akardı
Rüzgarla kardı
Esinti olmadan zaten akmaktaydı
Uzun boylu değildi
Ama kendinden uzunu yoktu – yalnızdı
Geçince önünden
mağaralardan kuş tavşan kurt yavrusu
Dağa vururlardı
Serçe tohum düşürürdü ağzından
Tavşan yeşerince onu
Yerdi kökünden
Ot üremedi
Ağaç üremedi
Dağ ağaçsız ve yalnızca
Gökle alıp veriyorrdu
Adam küçük bir kaya düzlüğünde
Toprakta mağra içinde mağara kapısında
Kaynak başında kuru yamaçta
Dururdu
Eğilip alnını
Yaydıkça yere iki elinin arasına
Göğsü çatırdayarak eğilir
Parçalanarak doğruldukça
Dağ cezbelenir
En yüksek zirvesini kayalı alnını
Yamaçlar yamaçlara yayılan yüzünü
Adam eğilip koydukça yüzünü toprağa
Eğilip koyacak yer arardı
Dağ cezbelenince
Doğrulup eğildikce
Ovaya bir anda
Kentler serilir
Yollar fabrika çevrekleri bentler
Yedi adamdan biri
Bir gün bir dağ göreni
Yeni bir soluk çekti içine
Deeğişti aynı kalarak
İndi kente
Dağıyla
Esen başı
Serin başı geniş kollarıyla
Gözleri yüzünü kaplıyacak gibi büyüyerek
Ve şakaklarında
Avuçlarının arasında güçlükle tuttuğu
Bir şey duruyordu
Yedi adamdan bir dağ göreni
Buyruğu dağa diyeni
Dağdann buyrukla kente ineni
Suları yürüyerek geçeni
Çekip mavzerini çıkardı oyluk etinden
Durdu yarin kapısında
VI
Yedi güzel adam
biri bir gün
bir sofra gördü
gereğini belledi
Sağdan soldan
hoşça davetler gül kuyusu etler
mevkiler
sözümona kadın
entrika
tehdit
teklif pof pof
kazanç
savaş
tümü ölüm işaretleri
O ayrılmaz sofrasından.
Yedi güzel adamdan biri
Bir gün bir sofra göreni
Diğer kardeşleri gibi
tanrı adıyla başlansın cömertliğe
misillu
bir sözle
nalbantyani bıyıklarını çekerek
çöker
Mavi bir yemekle başlardı
bir kaçış
belleğime vur benim
az’ı vur debelensin
bir at ansanblesini
şaha kalkmışlığın psikodinamiğinden vurarak
çocuk avuçlarında tablolar
yalın kılıç ve ünleme isteği
ile
soy bir yanımı
uzat mahzenlerdeki ses bloklarının içine
hoyratken
ellerim birer oymak bir göçebelik
kız kazımağı
daha bayıltıcısı olmadı iliklerimde
Ha ben ha varlık göçmeni kalbimin şuuru
ağaçları dereye fırlatıtırır yamaca
bilinçle ürküp
evciliklerden
Gün – gün Gün – gün
Yar bu obada
evinde
bir laleler içinde
döşeğine ve uşkusuna
binilişine ve ekmeğine rahat
ulu önder mübareki
tasasız ve yavrusundan emin
iken
Yedi adam her biri
obalarda
bal kutusu kayalarağzında
toprağın
al suyu al tohumu
ya hak
insana doğru
kıvrımları kokuları
yükselir uçuşurken
herbiri bir bezirgan oku
bir kervan koruyanı
Her biri
bir yedi güzel adam bahadırı
beyi ya kılıççısı
olarak dolanırlar iken
obalarda
kentlerde
bahçelerde
evağızlarında
Bir gün bir sofra gören yiğit
bir kadın dövdü
elini bin tövbeyle yıkadı
Senin adınla başlarım ekmeğe
Senin izninle varsak yarenliğe
Dostluk olup yardan dostluk görerek
Göçer sözümüz dörtbaşlı ejdere
Bir gün bir sofra gören yiğit
Bir günah sevdi
Belini bin tövbeyle yıkadı
Senin adınla…
Senin izinle…
Dostluk olup…
Geçer sözümüz…
Gün – gün Gün – gün
Onlar o oada bu obada
Kan dolaşımı soluk hızlanışı safalarında
yavaşlayıp duran tunç kaplar
parmak uçlarında bakır oyukları
aşk var
ak bir mermer damarı yarıldı
toprağın derininde
üstünde
kızını ve oğlunu avutuyordu
Tayları deli dolu genç yalaz
Engin otluklarda
Bir milyar koyun keçi manda mecik
Uzaklaşıp sırlı başlardan
başıboş ve görevsiz
Çepeçevre sohbete oturmuş gibi
Dana irisi köpeklere
doğru
kuşku duymadan yaklaşarak
azgın dişleyicilerin önünden
bilmecesiz
bir köylü kalabalığı tavrıyla
geçerek
Sevgili anneciğim
Kemiğim
Uyanınca dağın bayrağını açarlar: ova
Güneş yine aynı eğriden görünür
ve sofralar binlerce
esenlik dolu kızlarla serilir
– ne de kuşlar sabırsızlanır –
Çocuklar
Anne
Ve peşlerinde
Uykunun ve yatağın çiçekleriyle
Süzülüp gelen yaşlılar
Sofranın eteklerinde
Çok oldu renk yollarını
Çatı kirişlerini
Değirmenin taşlarını
Onaran kişiler
Bileklerinde beylikleri
Sular geçirip ağızlarından
Seyirttiler
Onun sabah sofrasına
Sevgili dostum
etim
CAHİT ZARİFOĞLU
SU
1.
Taşlanan kadınlar yankır
Girdap duvarda ve sırları çözük aynalar
Bir aynanın civarda hayvan otlağındaki benzeri
Yüzler kuyuya inen gözü terkeder
Sıcaktır örfe yaklaşır
Kavalsız ve çılgınca döner kaderine bir kez daha bakar
Açlığa üşümeye kartalın alnında duran yıldıza
Bir kere daha daha yalnızlığa
Kati ve aşk geçerliğini ortaya koyarak
Ulusal ve benci iki çingene arasında
Bir kere daha yalnızlığa
Atılarak
Yerin içinde yüzlerle hücum
Bütün özentili yekinmelere doğru karşı
Bütün nedensiz gençliklere doğru karşı
Bütün ……………. doğru karşı
Aç olan karın
Soylu olan yoksulluk
Ve mızrakla gelen alın
Yerin gezisinde insan vardır
Ağulu bir diş put taşında
Doğacak çocukların toplandığı çadır taşında
Ava çıkmıştır
Aşk tunç çekmiştir bizle olan sırtına
Birbirini çaresiz bırakan çehrelerin
Yaralı ceylanı bulup tepindiği
(Fırat birdenbire kaybolur bir mağarada)
sevenin kurbanla alınıp kurbanla ödendiği
güneşin aşktan sudan ve topraktan
daha hızlı yöneldiği
raskolnikof
müthiş bir iman ağrısı çekmektedir.
Güvercinler toplandı sofralar kuruldu
Ağaçlar bahçede kızgın güneşle çatıldı
Elma tadları ağır ayrılık tadları
Yalnızlıkla toprağa savruldu
Katerin açık kollarıyla yaklaştı üç tuzaklı odalarıyla
Mükemmel bir karpuza yaslanmak
Suya çağrılmak
Bir de içindeki ziynetleri hor görmek iyice
Oysa güneş ağırlaşsın siyah saçımız uzayan başımızda
Alnımızın dibinde kalsın seçkin ve Horasanı kayıran gözlerimiz
Hiç akla gelmedi
Bereber kırları hüznü atmaya yarayan bir annenin
Dallara takılıp ağrıyan yaralarıyla yattığı
Gerçekten canlı göğsü boğucu çaylarıyla
Akşam suyundan bir sütun mermer içmiş
Her erkeğe bir yılan üfürmüş
2.
Ciğerlerde ölüm akar
Çeşme
İnsan hesapsız çocuk üfürük
Kendinde olmayan gürz kapanan ayna
Mektep taze ekmek dilimi zeytinin içindeki bağırgan
Ölüm
Sıkışmış aramıza
Sandalyenin dibinde mi
Dudak sıcak çay bardağına kapanırken
Salıncak onunla içten içe anlaşma
Cevizin ipi tutan çocuğu kayıran dallarında
Yeşil yaprakta veba
Ölüm evin hangi bilinmezinde ya da açıkça
Küçük kardeşin avucunda mı
Uzak insan sahillerine
Kelimeyi dolanan dillere
Taşıdılar zeytin
Kahvaltı ve zeytin
Sofrada üç büyük zeytin üç kanlı bakış
Ölünün ağzına zeytin kondu
Şiş dudakların arasına
Sonra geniş omuz yaralarında
Adamlar kırılan camlar taktılar
3.
İnanç yiğit ev sorardı bulup konaklardı
Kanlı göz ufuk tarardı
Cürümlü başta her geyik akışında
Örtülür dudaklar çünkü kalble çarpılırlar
El gezer tenhaları dolanır ufak tüyler
Ve tüyler ki ateşle diklenirler
Kendi namlarına ağemen olarak
Üşüme kabarcıkları tad kabarcıkları
Ürpermelerle unutkanlık
Yerin bir zaferle doğrulması cürme katık olarak
Dantel kalb vurması su kapları
Islak naylon örtü ve ıslak cimrilikle
Ustalıkla yaprağa ilave peçete
Yorgun ve evvelden haber
Sonra saralar
Sıradadırlar
Kapılar baskıyla kapalıdır
Onlar yontup hamam kapılarını
Kulaklara ses kutuları
Ormanlar avazlarıyla parke taşlar
Kurtlar
Yıldırım
Avizeler
Orada köşelere düşler yerleşir yatakları kollar
Uyku canavar kıvrımlı batarlı saldırır
Ev tilkiyle sarılır kuşatılır
Yorgun bir masal uzakta kaybolur
Kulaklarına yosun ve balık biriken çocuklar
Toprağın rengine katılan
Hızla yorgana atılan
Göğsümüze sırtımıza ateş bastıran
Örtünen çıldıran çocuklar
La onlarla alev açıyor her yanımız
Anlaşalım
4.
Denizde büyüyen av hayvanı
Uzatır gözlerini ince çalgılar içinde savaşlarla
Tiz sesli yuvarlak ağızlarıyla
Bu kez bu alçıyı donduranla
Kapalı denizlere kapılıp açık okyanusta
Kayalardan inen hızlı koşan bağırlar
Ayakta durlar
KALK lar
Oturun babamı
Ben güvercin saçlı çocuktum
Buzlardan başlayıp vurdular
Dağların yabani timsahında
Sanatın fiziksel geçerliğine kadar
Vurdular
Babam upuzun yatandı kumda
Ölü ve uzaması birden duran saçlarıyla
Çünkü öylesine kendi ölümü
Başını yastıklardan kaçıran uykulu başını cümle odalardan
Hep kumlar vardı çünkü uykuya yaklaşırken
Üzülecek ve sevinç duyacak yerlerde
Dudakların içinde kulak yollarında
Adamın öldürülüş sesi
Sofradan sokak kapısından
Pencereden kumluğa okyanusa
Ahrete olan dostluğumuza yakınlığımıza
Cahit ZARİFOĞLU
KARTAL ÖLÜSÜ
Tabutunuz
Pırıl pırıl çivileri ve talaş kokuyor
Demek taze ölülerdensiniz hemşehrim
Kan akıtılmadan
Kesildi damarlarınızın sıcaklığı
Söyleyin kim yokladı
Bir ateş salmaya içinizi
Şimdi doya doya seyredin gövdenizi
Kalabalıklardan eli mızraklılardan
Otomobillerden nüfus patlamasından
Ve o koca denizlerin kirlenip ağrımasından
Cahit ZARİFOĞLU
İŞARET ÇOCUKLARI
Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan
Geçerdi babam
Başında yağmur halkaları
Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde
Daha ilk güzelliğinde
Alnını iki dağın arasına germiş
Bir devin göğsüne benzer
Göğsünden dualar geçermiş
Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri
Cami avlularına açılan
Havuz sularına kapılan çocuklar
Görmeden güneşin bütün renklerini
Götürmezlerdi dükkandaki babalarına
Ocaktan akan kaynar yemekleri
Nenelerinin koyduğu avuç taslarına
Başı ve yüreği şahbaz
Kaleleri ağırlayan kadınların
Süslerini kemerlerini
Başlarını ağırlaştıran
Ağır siyah şelale saçlarını
Tutunca gençleşirdi erkekler
Sonra insan o ki denizde
Küçük ve büyük nehirde
Bedeni ıslatan afsunlu suda
Önce niyet sonra yıkanırdı
Zaman dert getirdi sulara
İçinde eski balıkların yattığı kayalar
Savaşan insanların elinde
İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline
Anam kanları kuruyan
Kavga ayıran bir kargı elinde
Kara ocağın taşlarına
İşaret koydu çocuklarını
Belinde gezdiren babamın
Beyaz yazılarla kazandığı adları
Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın
Unutup genç gelen günleri
Zamanın sürerken çektiği günleri
Çetin bilmecelerle
Sürdü atını şehirlere
Yün ören at güden kadınlar
Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde
Küçük pencereli karanlık dar odalarda
Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin
Uzağa çekilip giden
Ayazda donan gülmeler içinde
Ormanlarda süt emziren anne
Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu
Hep kaçarmış şehirlerin
Demir dağlarına
Uyuyunca toprak beşiğimde
Sahipsiz kalan
Ellerimden kayan aydınlık günlerim
Cahit ZARİFOĞLU
SULTAN
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme
Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim
Sana zorsa yanmaya razıyım
Kolaysa affı esirgeme
Hayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum
CAHİT ZARİFOĞLU
Anılar Defterinde Gül Yaprağı
Anılar defterinde gül yaprağı
Gibi unutuldum kurudum
Başıma düşmüş sevda ağı
Bir başıma tenhalarda kahroldum
Sen kimbilir, rüzgârlı eteklerinle
Kimbilir hangi iklimdesin, ben
Sensiz bu sessizlikle
Deli gibiyim sensiz
Bu sessizlikle
Ayrılıkla başım belada
Gözlerini çevir gözlerime
Yoksa sensiz bu sessizlikle
Deliler gibiyim
Sensiz bu sessizlikle Cahit
Zarifoğlu
Anlamak
Bazen anlıyorum,
bazen anlamıyorum.
annemi,
babamı nenemi annem
şöyle der
göstererek beni:
cin gibi maşallah
cin ne demek?
gibi ne demek?
babam diyor ki
bana bakarak:
altını üstüne getirmiş evin.
hiç yapabilir miyim
dediklerini?
ninemse der bana:
topaç gibi
bir dedem açık insan
pek de zeki.
dilinden bal akar.
attaya gidelim der.
al sana şeker der.
göz kırpar.
okşar.
sever.
bir de gıdıklar.
dedemi çok anlıyorum.
Cahit Zarifoğlu
AYLAK GÖZ
Erkenden aşındırır aşkını
Odaların köşelerine zamansız oturur
Duyarsa bir çocuğun
Oyundan çağrıldığını
Başının her seferinde döndüğü kumarı
Gönlünü bir tarzla kurularken kazanır
Anlarsa yenilen bir kadının
Darda kaldığını
Kendi kendine ardaşak kaçağı
Arada bir bakınır ne yaptığına
Süresiz kapılır tablolara yangelir
Ve oturdu mu bir masaya
Hakkını verir çay içmenin
Bu adam kitapların uçlarına
Çizilmiş itilmiş resim
Korkmadan yaşar tebessüm gösterir
Ağır başıyla nöbet alır
Dağdan kaçar şehri çevirir
Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına
Erkenden aşındırır aşkını
Anlamaz bir kadının
Süresiz kapılıp yangeldiği tablolara
Severek tebessüm attığını
Ağır başıyla kopar dağdan
Nöbet alır şehri devirir.
CAHİT ZARİFOĞLU
Şehriyar
1.
Rahmete açılan bir gökyüzüydü
Üstümüze yıldızlar serpen
Şefkatli bir anne gibiydi
Seni bağrına basan toprak
Mümin mütevekkil bir güzel adam için
Ölümün müthiş ve gizemli sorularına
Ağrılarımı iyileştiren
Sakin cevaplar bulabilirdim
Cesur olmayı dener
“Yaşamak” bu diyebilirdim
İçimde bulutlar hep böyle kabarmaz
Uysal gözlerle bakardım sana
Hafta sonlan parkları sevebilir
Anılarımı bir tablo gibi asardım duvara
Söylenecek sözlerim olmasaydı hayata
2.
Oysa yine çocuklar var hayatımızın ortasında
Güzel yüzleri ve namlı isyanlarıyla
Sayfalarından hayata çıkıp
Bizi insanlığımızdan utandıran
Müthiş nağralarıyla haberler salan ortalığa
Sonra biraz filistin bir parça afgan
Ve napalm eksersizleri
Karanlık mağralarından çıkan devlerin
Sonra acıları ve sevinçleri
Birlikte paylaşan bir yürek
‘Beyaz haberler’ ustası bir nevcihan
Alımlı vitrinlerini onurla geçerek hayatın
‘Yürekdede’ sofrasından ‘Serçekuş’ kanatlarıyla
Güzellikler sunan mümin yüreklere
Er meydanına
Kurşundan ağır kelimelerle çıkan
Sonrası bir şehir ve yine sen şehriyâr
Zulüm kaldığı yerden
Vurmaya başlarken yumruğunu toprağa
İçinde asyalı karanfiller ağlar
Toprağın yağmuru arar ve uykusuzluğun
İz bırakır ceylan gözlerde şehriyâr
Bir şehrin kederi senden sorulur
Sonra yine açarsın sofranı coğrafyan geniş
‘Zal tepesine doğru’ sonsuz bir koşu
Adımlarımız kararlı ‘Adamlarımız yiğit’
Döverler bilinç harmanını
Sonra şu bizim yeryüzünde
topraktan gel gel nöbetleri’
3.
Uzak mevsimler midir şehriyâr
yaşayamadıklarımız
Tutuklu günlerimiz mi
Halkımızın yüzyıllık öfkesini
boşaltan sokaklar
Artık ne insan yüzleri taşır omzunda
Ne sıcak bir gülümseme
Beni bulmaz artık postacı
Ne de dost dudağından bir selam
İçimde mısralarının çağıltısı
-Bismillah, elif lâm-
Aşkım bir hüzün bulutuna dönüşüp
Çöker dağının üstüne
Havf ve reca makamında
Dilimde
dua metinleri aşk ayetleri
-İnna lillalıi ve inna ileyhi raciun-
Güzel hayatlar ve ölümler için.
Mesafeleri toplayıp uzun bir gecede
Ateşini yüreğimde yakıyorum
Sıcak bir haziran öğlesi
Bir telefon dua ve gözyaşı
İns ve cin su hava ateş
Serin serviler altında mütebessim toprak
Mahzun gönüller
‘Sevginin gücü, savaş ritimleri’
Fatiha yasin tebareke ve amin
“-Hakkınızı helal edin Hakkınızı helal edin…”
4.
Beni anla. Çılgınlık öğrendim ırmaklarından
Göğsümde bir cihan soluyor rüzgar
Rabbimize teslimiyet ve razı olmak için
Yumuşak bir kavisle geçerek ölüm sularını
Güzel şeyler de söylemeliyim
Maraş ankara istanbul ve boğaziçi
Ayaklarının ucunda deniz
Harlı alevler ve bahar için
Şiirlerin seni ele verir şehriyâr
Kaç martının ayakları suya değer balıklar sevinir
Seninle bütün bir şehir
Son rüyasına dalar
Gözlerini alıp sabaha başlangıç yapar
Toprak uyanır bereketi başlar günün
Sevginin en mahrem sınırından geçilir
Gölgen olur peşinden yürür
Yağmur olup düşerim toprağına
Havf ve reca havf ve reca
Yasin tebareke fatiha ve dua
Son söz/
“Her şey karıştı çünkü öldün
Artık kimse bulamaz kendini
Eller birbirinin içinde
Senin ölmüş elin yapışır
Benim tetiğimin üstüne”
-Şimdi üzgünüz arkadaş-
Cahit Zarifoğlu
Şekiller
karanlık basmadan ovalarıma
kainatın duru illetsiz aydınlıkları
katılaşırken çocuk ruhlarında
karanlık basmadan kararmadan taşıtlar
et kemik taşıtı tam da
mayalanmış yüreğimin hamuru
ve ne yakıp kavuran
yaklaştırmayan kalıplara
hiçbir daraban olmadan
ziynetli topraklara da
yanardağ akıntısı yer cazibesine mermut akan lav
katiyeti heybetiyle
akıp
dağ’la terbiyeli bir insan eli olan elinle şekillenmeye hazırken
NEREDE BULABİLSEM SENİ
yetişip dizüstü düşebilsem eteklerine
karanlık basmadan
dünyayı kapatan karanlık
elimizde kılınç
ben ince işler ustası musa
kardeşim ya ki heybem
değişince kubbeli evim
girdabım –
tövbem
kapımın önünde akan ırmak
en zengin denizcisi incilerin –
uzak şarklara yollanan elçilerin
kelimeler
okyanusla yarenliğe dalıp
çoluk çocuğu unutacak kadar bol ve bereketli
binlerce yılçün kurulmuş
bir zemberek içimizde
ağzımıza boşalttı onca sözden
birinin heybeti ve lezzetinden
damağımız çatlamakta
ya ani karanlık
‘inanana rahmet
inaçsıza esef’ olan
(hiçistanda
bir rüzgar belirmiş
kulağımıza gelir
bir ey muhalif rüzgar ki oyropeiş örneği
hafifçe terli bedenin krondeli
göz dikmiş duyduk ki
meni yataklarına bile)
/japonya büyür büyür bir gün
toprağını denize yayarak
peygamber sözüne ordan hizmet olur/
kucak açanlar kadar geniş istekli
göçüp gelenler kadar hafif
az’la doyan yük olmadan
ve başlar
kimin yüreği daha yüce yarışı
musa kardeşim ağlamaktan mı
okumaktan mı az uyumaktan mı
kan gölü gözlerin
her an karanlığını giyinecek gibisin
ne kadar uzun sürüyor
ta içinden gözlerine gelmesi dikkatin
karnın ne kadar küçük ve içerde
ince belin
fazla kabarık değil kemiklerinden etlerin
biliyorum ancak sen
bu kadar yetindikçe ve ekmeği
böyle mübarek tuttukça
doyar karnı çinin hindistanın amerikanın
sen olabilirsin çaresi
su içinde
susuzluk hissinden ölen kimselerin
musa kardeşim haya’dan mı
boyuna posuna güzelliğine rağmen
hafifçe kıvrık omuzların
hafifçe eğik başın
hele terazi tutuşun
zarif
sapasağlam
ve artık
en insansız çölde
tek başına kalsa bile
eğilmezken adalen bile
yine de
bir nebzesini tutsa yüreğindeki tartarkenki dikkatin
ikiye yarılır bir su aygırı
ve çocuklar tuz yalarken çocuk avuçlarından
NEREDE BULABİLSEM SENİ
baba bıçağını ağır ağır çekerken
YETİŞİP
ana dalgın ve su dibinde yürür gibi
DİZÜSTÜ DÜŞSEM ETEKLERİNE
ana dalgın ve su dibinde yürür gibi
üzüm tiyekleri ceylan dolu etekleri
çocuklar
kurtulamazlar yanaklarına konan yaradan
olmadık anda bırakılırlar
sonra
nice sonra
hatta bazen karanlıklarına uzanırken kadar sonra
üzerinde gözyaşı izleri
senelerin izleri ile yol yol kalmış yanakları
mahzun yayılır
ancak görünür güzel dişleri
ve ‘kuşlar da kaderle uçar’
Cahit Zarifoğlu
Tablolar
a.
Temizlikle parıldayan burnu
ve alnı geniş.Hazır.Karşı Koyan ve Razı
eli boş verişli
alabildiğine derin
çocuk kalplerine uzanır nefesi
b.
hadde Evlerinde haddeler
zulüm yok şiddet de yok hizmetim kabulümde
zillet yok illet de yok hizmetim verişimde
incelip derinleştikçe uzayıp gider caddeler seccadeler
(secdeler
c.
insan yığılmaları uzuv karmaşası
bir bir kenetlenmiş eller uyruklar
dilden dudakdan önde
bir ağız edinmişler kendilerine
nutuk dinlettiriyordum da
düşünmüyordum
geçiyordu günlerimin genci gençliği
alın alıyordum yabancılıkları zırhsız
içinde rüzgarlar beriliyor mintanlarımın
askılarda karyola başlarında çıkarıp
bıraktığım göllerde
Cahit Zarifoğlu
Taş Gemi
I
biraz yukardan
taş et
ot mu yoksa
taşetot
alır şaşmadan
gündüzden geceye geceden gündüze
ve bütün geleceklere
çağırır şimdiden ve el koyar
ne varsa
ne dökülse küreden
güneşi çıkarırken toprak
bir de süsler koşturur insanoğlunun
bir günlük atını
sıcak el üfler güneşi karnında köpükleriyle
bir göl huzurundan tutşup
başlar yanmaya
ve seslenir yüce dağ
serin
toplar kartalı yılanıyla
atlasın omuzlarından gencecik kayalar
eğildiler bir mermerin önüne
koşunuz ak saçlı bulutlar
denize yakın
bir çakılın kızgın yapısında
güneşle ilk kez selama durmuş
narin gövdeli soylu karınca
II
baş köşede
bak nasıl
denizin tanrıça köpüklerinden
bir de mermer balık
bir karanlık şehre
üstün nöbetçilerle giriyor
bunu gelecek çocukta olmak için
beklemek daha sonra
önce sipsivri bir başın
balçıkla Afrodite
merdiven dayayıp çıktığı
ağaçların huzurunda
onlar ne diye çocuklarını
balçıklara
III
rüzgâr da koşar
nasıl sever misiniz
ya kim bilir hangi sevincin
hangi gerçeğin çiçeği
göz nuru
hangi hangi geleceğin
ağacı gelir dize
çılgınlık gibi mutlaka
ışıklı imkan içinde
Sol burna mıknatıslı demir halka
acıklı hapşırır diye belkemiğinin
durmadan mutlu geçmişini
Ananız ve babanız
balalan ağızlarıyla
onurları durmadan azalır.Döllenirler
ve başımızın içi cenaze
bir cama bin çekiç
başınız cenaze
canlı tabutlarınızla
kutupsuz kıblesiz
hangi putun önünden geçmektesiniz
IV
Can akıldan geçerken üstün gemi
gelir yaslanır bir direğe
kızkardeşini kanıyla diz kapağını
göbeğine bir haç getirip gölgesine
aleksandirina usulü ağlayıp
nereden nereye ün saldı
Su demek ki taşın çakıl cinsinden
zamanla toprak
incecik zar kesmekte
çok ‘mahirdi’
Ona
İlyada nasıl kendine benzetip
bakmışsa bugüne
gün ışığında bütün limanların
nasipsiz gemiye
sanki başka liman duruşu gibi
tanrıya yabanlaşamış
canların güneşi
V
Ne demek şu beyaz göğüslü
ince yapılı dansöz atlarla
iki lata uzanmak
kutsamak için
svinç getiren
büyük yorgunlukla sevinç getiren
durmadan değişen ve yeniden gelen
kambur
o lezzetinde iştahlar getiren
köpükten kör balığı
… kutlanmaz göl ve toprak
temiz bir bilgiyle geçilir ellerine
su ekmek ama bir çift böcek
bir biri alnından
biraz tepeye
gerçekten biraz da tepeye
ne diye ‘gidiyorlardı’
Düştür bağırır şimdi şarkıya
onlar eğilip geçiyorlar
gelir okyanus ayaklarına
En derin anlamlı tepenin
elleri şarap ağzında gülünce
Başları bir baş dönme anaforunda
yaşamakla erkekçe kaybediyorlar
ölüme ”mahcup”bir rölans
damarlarında koşan toprakla süslenip
ışığa pas diyorlar
intiharla gizlenip
hatırlarken çocuklrın sevinçle
ve babalarıyla ilk boy resimlerini
VI
biz işte hepp soylu yapılar
ıslak taş gemide huysuz
uzakta ilk gülün akrebiyle sevişmekten
bi tek sarı ve sarsılmaz sesine güvendiğimiz
kanaryayı katlettik
Cahit Zarifoğlu
ZÜLEYHA
Yıkılmak binaya mahsus bir şey değil ki
Züleyha.
Bir insanın, bir cümleyle yıkıldığını gördüm ben.
CAHİT ZARİFOĞLU
Afganistan Çağıltısı
Bütün azalarını harbe çağır
Sofran açılsın elin şehit ballarından alsın
Saraylar damlar yeniden kurulsun
Ağaçlar içinden akan nehre
Dalçık günde bin kere ve gecelerde
Omuzbaşlarını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın
Kalem yazsın yazsın
Küheylan bir aşık ol
Öyle yalvar ki ellerim zahmet balyalasın
Kaslar şehit dalgaları ve haykıran kan
Başlasın vuslat gününü toprağa
Başlasın hatırlatmaya denize kumsalını
Şimdi üzgünüz arkadaş
Yolumuza çıkmayın üzgünüz…
Hava çok hoş denizin tuttuğu yerler derin
-Konuş şimdi zaman hiç geriledi mi
Hava çok hoş kuşların tuttuğu yerler berrak
-Konuş şimdi daveti duydun mu
Bir gece uyandın ki ellerin başaklarda
-Konuş şimdi açık ağzına o gül yaprağı konan şehidi gördün mü
Çoktan hayretle dondu kaldı bağlar ovalar
-Konuş şimdi bekliyor mu yalınayak çocukları ağacında buğday
Hava çok hoş insanın tuttuğu yerler azar azar
Kalbin zengin davetleriyle oynar
Çocuklar o anda çok yakında bakarsın bir aşk sayhasında
Yaslanırlar güzel anaların kollarına
Hava çok hoş başın tuttuğu idrak yanımızda
Adamlarımız yiğit
Kadınlarımız hamarat
Çocuklarımız dolu bilinç harmanı
Köpeklerse sayılı
Elimizde cahiliye dönemi sonrası bir pala
(Kavmiyetçilik etme dedik ucu kırılır)
Kırıldı da
Şimdi severiz türkmeni peştunu
Onarılmış gerilmiş bileylenmiş ve doğramakta
Isın gökyüzü ısın
Çocukları kavrulmuş kadınlar yeniden hamarat yeniden gebe
Bunlar gübre insan değil
Gömlekler çelik zırh
Öyle bir çalgı çaldılar ki
Seslerin çağırıp koyunlara bile
Koyduğu zehirli gaz rüyaları
Analara şaşkın çocukların
Üç beş yaştakilerin
Yüzleri harp yarası
Harp yanığı
Ama öpülmekte okşanmakta yanakları
Hangisi hangisine mübadil
(Dünya bu olamazdı)
Hangisi özne hangisi edilmiş gelinmiş bilinmemiş
Yağmur peyderpey kar tane
Gamzem oyuyor düşüncemi
Kime eşitim nasıl nerdeyim
Gamlanmaktayım
Hayır bir tereddüttü geçti
Füsun bu karadağmağdeni
İsyan muannit
Mösyö sevinçli mister memnun ağa yarı tok köylü sarı yaprak
Millet üzgün
Hani dengeler kuracaktık
batının kızıl ulusları bindokuzyüz seksen kölelik yapmak istemiyorum
bu kahveniz
yıldızlarınız şapkanız
buyrun unutmuş olmalısınız dehanız şerefiniz
buyrun cep feneriniz
Buyrun boynumuzdaki halkayı tutunun
Ve semirin
Hani dengeler kuracaktık
Hani çağdaş uygarlıklardan tutunacaktık
Hayır batının ulusları kızıllarla karışık
Bin dokuz yüz seksen bay batıya buna şuna
Cennetlik yapmak istemiyorum
Çevir tarihi çevir
BindörtyüzBİR
Bu kafa ne zaman köreldi
Çalınanlar siren besteleri
İmdatlarla düşün
Bu anne asla merhamet dışında
Gözleri nemli olmamıştı
Hayır batının ulusları yıl bindokuzyüz seksen değil
Bindörtyüz bir
Fakat beşyüz yetmiş dokuz yıl geçmiş değil
Ne bir karışıklık var
Ne bir dev rüya görmüş
Değil
Kıraç bir yamacı bir ekspres kıymıklıyor gibi
Tünellere ses basılmış değil
Elbette bunlar değil
Yazmaktan çektiğim yalnızlık da değil
Bahsi kapatalım ve yatalım için de değil
Hiçbir şey değil hiç biri değil
Anlatabildik mi arkadaş. Acaba
Körebe bitti duvarı kaldır at
Haydi zemini düzledik alt yapısını kurduk savaşın
Dikil yanıma
Ellerimizde birer çakıl taşı
Onlarla dikilelim karşı karşıya
Yüzlerimizin kefen örtülerini yırtalım baştan başa
Görürsün berrak içi
Derisi yüzülmüş kan gibi yüzlerimizin
Bu harp başka
Kim diyorsa ki batılılarla başımız bir taşta
Cellatlarla aynı kaptan yiyoruz
Aynı kirli hava
Aynı kafa ayağımızın bodrumunda
Hayır arkadaş bu hesap bambaşka
Ne son aylardayız ne bu son gün
Sanki dünya bir tek kaldırıp vuracağım gürze gebe
Gözleri yumuşak yüzü yorgun bileği sert toprak
Sanma ki harp derdinden geçtim
Düşünme ki dökeceğin kanlar hunhar
Derimin altında ne belalar baygın
Bir devlet taşıyorum başımda
Bu ev bana dayanmaz
Çöker kızıllar kuduran inleri dünyanın
Arkadaş
Şimdi yalnız savaş
Cahit Zarifoğlu
Ağaçlar
Ellerimin önündeki dallar da
Sarıldı yaprağa
Göremiyorum karşı yamacı
Erken mi yoldayım
Ben mi geciktim
Önümüzde bir çınar yükseliyor
Her gece atlılar geliyor ona
Destan söyleşip gidiyorlar
Esmerlikleri
Tutuşup kuruyan dudakları kalıyor sabaha
Dostum üşüyorum dedin
Üşüme
Korkuyorum -Korkma
Kaçıyorum -Kaçma
Ürperiyorum düşünceden -ürper
Sabah trafik
Çınara kim bakar
Kim geçer dallarından
Bahar mı geliyor
Komşunun balkonunda
Çamaşırlar renk rengarenk
Kızlar göğüslerini
Baharın ağacına
İlk açan çiçeğine
Dayadılar
Arılarla erkekler boğuşuyor
Arılarla uçan bütün çiçeklerle
Ayaklarında taşınan tozlarla
Akıyorlar alıp götürülürken
Yaprak evlerin içindeki dişiliklere
Dostum geç kaldın
Güneş ne gün doğacaksa
Söylediler duymadın geç kaldın
Otur ağla sonra soframda doy
Ekmek tut zeytin tat
Açlığını eğlerken sen
Bak nasıl ayçağın erleri
Savaşarak ve devirleri aşarak geldiler
Karanlığı karaladılar yolları tuttular
At tepmedeler
Bak nasıl savaşı bindiler. Gece çınara gelip söyleşip
Kelime ettiler söz bilediler
Zorun yamanı kolayladılar
Sahip olun taşa demire
Aleve
Küle bile
Cahit Zarifoğlu
Soru işaretlerinden biri
Zulumdur dinlenen başlarsa eğilmiş
Gömleğin üzerine kadar çıkmış kalbteki kara leke
Dikilsen dağların ötesini tutar elin
Bir iki tank çer çöp olmuş gözüne perde
Petrol ya da banker sellerinde boğuluyorsun
Külçe külçe
dolar
ya da sefalet secden olacak yerde
O eski kadim iklim kimbilir nerde sürer
Perişan birkaç evde kimbilir veliler dilinde
Oturup konuşalım şunu. Bulsun kelimem kelimeni
Eğer uyku daha aziz esirlik daha ehven değilse
Bir deli akıl çırpınıyor aramızda
Rızık korkusu can korkusu baş mesele
Çıplan dünyadan çıplan ve gövdenden
O büyülü çiçekleri yol arın bir kere
Başını eğmiş zalimleri dinlersin
Dersin ‘lokmam ellerinde’
Filistin bir sınav kağıdı
Her mü’min kulun önünde
De gerçeği yaz: Hakikat şehitliğe koşmaktır
De isyan çağır yolun açılır cennet köşelerine
CAHİT ZARİFOĞLU
Ağartı
sevgililer yüzüne karşılık geldim
kaygı bağırdı gözevlerimde
günlerin yamanan yıldızlar
ve üzülen gökkuşaklarıyla
doluluğundan söz ediliyor
evlerde çocuklar arşınlanıyor
ve alkışlanıyor babalar
ki tütün başında
ekmek başında kabir başında
günler yenilenen bir isim
merdivenleri büyük ağzıyla çıkan meral
haftada üçer gün üçer hafta
ince uzun veya kahverengi
ve gelinlik sabah çatışmasında
yoğunlaşan yorgun artık ben
köprü ortasından yarılmış bu ara
organın ve güneşin salgınlığı
toprağa gelir gibi oldu an
başlar ikinci artık
beygirler uzağa kayıyorlar
bu arada gelinmeler
arkadaş yapıtlarına yar koyma
yöremdeki çimler
bu arada evimin içinde odaların birbirine düşman durduğu
ve hastalandıkları
çalışan yüreklere uzak
bekardan korkan ev sahiplerinin
kapılarda kızlık heykelleri
bu arada insanın yemeğe oturma çelişmesi
yemekten kalkma çelişmesi
erkek oluşunuza binaen
bu arada özel sıkıntılarımızın
kılıç kuşanmış hali
durmadan kanlanıp hatırladığımız
bunalan kadınlar
ben alda’yı bunalıyor görüyorum rüyamda
kırbaç gibi insanı saran etrafımızda
kelebek kanatları gözler
akılda kalan ağızlar
hatlar
seviyi yoran alkışlar
bir şehri paramparça edip
ortasından yarıp uykuları
evlerin sahanlıklarına
misafir odalarına
lavabonun altındaki dolaba
çocukların hücumluk yataklarına
iri erkeklerin şakaklarına
kadınların çırpınan dudaklarına
ve kızların sancaklarına sığınan
ve benim damarlarımda itişen uykulara
bir şehrin ortasından tren geçiyor
o şehirde büyük rüzgâr vardır
bir oyuncakçı vitrininin önünde
insanların durdukları ve duruşlarını
değiştirmedikleri trenle birlikte
şehrin ortasından oyuncak trenlerin
cezalandırmış şekilleri
kendisini buyruk
vitrine yapışık insanların kafalarındaki
içlerinden geçerken dönüp bakmadıkları
durdurup parçalamadıkları
önüne yüzer ellişer
yatıp apartman kadar
ağır tekerlerini üzerlerinden geçerken
öpüp ağızlarını ezdirmedikleri
noktanın sonuna kadar
bir sinir bir can yanmasıyla
bir parçamı
bir demir mengeneye
koyup sıkmak istiyorum mu nedir
dilimi
bir acı mı ne gerek
öyle uykum var ki
öyle istiyorum ki
o içinden marşandizler
şimşek gibi fırlayan
şehirde hemen
hat boyunda ilk tahta evde
derin yatakta
her an çığlıklarıyla
uyuyayım kıyametler
bir ejder geçsin
öyle tanıdığım
öyle canımın içinde
durup gelmeyince
morfin gibi arıyorum direnmeni
iğne üzerinde yüzün gelip
kuşatmıştı beni
ama düşündükçe Korkmak
yüzünle geldiğini
Ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim
Cahit Zarifoğlu
Ahenksiz Kuşlar
çayırkuşu engelsiz yapraklara
havası dondurulmuş ve suyundan alıkoyulmuş
bir ay gecesi tanrısıyla
elişi kağıtlarından ev demetlerini
ve deniz başlarında
küçük ve yuvarlak ellerle tutulmuş çocuk etekleri
çayır kuşunu engelsiz yapraklara
çaçaron hep evleriyle onlara bir akşam geçidi
vurulmadan ve korkusuna
sebepsiz kapılmadan
duvarlara yapılmış heykel ağızlarındaki sözlerin
ve eski risimlerde
yerli oyulmuş
gözlerin ve hiçbir vehmin önünde
vurulmadan ve korkulara
yazı sonu alınan bir kuştu
yerle gök arasında
kadırgalarında renk atmaz cömert çiçekler
su altlarında ve yürek diplerinde
zarı delinerek bir an bekleyen
kanatları sabra
ve kabus sonlarına
çarpan konuşan ve sesler çeviren
yerler gök sonlarında
görülmeden tanınan
ve en gerektiği yerde anılan
civa sıcağı yurtlar
çamdan insanı çiğneyen sakızlar
korkuya öteye ve dünya seslerine
çarpan çalkanan
bir yamaçta yalnız başına durabilmiş
açabilmiş çalılar
çayırkuşu insan ve toprak levhasında
gagası ışıyınca durur anlatır
bildirir ki güneştir
her an sabah sesi çıkaran
ve devran deyince
insanın isim verdiği yüceden
göğü kollayan ve ufuktan aranan
bir çift gözü en son şekliyle
her an bir zindan resminde çağıran
güneştir gagası
ışıyınca çayırkuşunun
bir savaş bütün bunlarla doludur
ölüm beyin düzlerinde
sık sık gezinen ve işte tamam yerine
her dokunuşta bir delik açılan
ve hepsi bir tek karanlığa açılan
Cahit Zarifoğlu
Akşam Sofrasında Yedi Kişilik Bir Aile Oyunu
I
Önce kim – “önce sen”
Dirilen bir işci olmalıyım. Öyle olmalıyım ta eskiden
(Ağlayarak) anlamlıydım olmalıyım anlıyarak
İşci türemedi hiç bir şey türemedi
bezirgan ölü tükendi köle ölü bitti
bir yazı sağdan sola kıvrılarak eğilip
bükülerek bir şekil almalıydı
önce kim – “önce o”
dirilen bir işçi olmalıydı
İşçilik kime kaldı görüyorsunuz
çocuklarım
“çocuklarım nerdesiniz” baba sofrayı hoplatarak
Baba tanrıya yalvarmalar
“işçi miyim değil miyim”
durmadan kendini yorarak kurcalayarak
soruyor (bu kim bizden değil)
Kendini darağacına atsa
ağırlığı az gelir boğulmaya – ve atmadı
Beni mi adasalar iyi olan beni
diledikleri yerine gelsin diye kurban
çünkü hep budanmışım gibi
koyun bazen horoz gibi algılıyorum bazen omuz etlerimi
“intiharla (oysa mı) bir çelişmeydik eskiden
yasaktık intiharla
canımızın hakkı üzerine
varamazdı elimiz
“intihar bulun intihar kurbanlara”
onların değişen sesi bu ağabeylerimin
sofrada apaçık duyuyorum işte
kendilerinden kaçıp koşuyorlar bu sofra boyunca
“nasıl olur ama tohumları babamın”
“nasıl olur ama başka bir ırk”
“Başka bir ırk mı” sürüyor onlardan
Bu ev sofrası kuruldukça
Camlar kaykılıyor ve bahçede ağaç
Tehlike kuşları kaldırıyor
Düşsel bir oyun olan çocuklar
Lar – onlar laronlar
hala sağdan sola yazılan babam
bozulmaz akıllar kullanıyor
yaşlanıyor ama bozulmuyor ve diyor
“çünkü bozulmazdan yapıldık
Bu ev sofrası kuruldu önce baba
Oraya pencereden ağaca ve kuşlara
“çünkü ağaç işarettir içimizin sorularına
kuş işarettir doğup ruhları
dev gibi sallanan çocuklara”
Bu ev sofrası kuruldukça ana
Oradan pencereden ağaca ve kuşlara
“çünkü ağaç problemdir çok karışık bundan böyle aklım
kuşlarsa uçar gider uzaklara”
O başka yargılar öteki başka bakar
Ellerindeki meşalelerle topraktaki kovuklara
Yaklaşan laronlar lar – onlar çocuklara
bakıp
bakıp sofraya. Ana
yemeğe yaklaşıp ekmekle koklaşarak
/ “bereketli küpler
yağ küpleri ne demek bilmez bunlar
geberesi dinsizler
gel ekmek keseyim seni” /
“Koklaşmak mı ekmekle savaşmak”
Anaya onların gönül kıran sesleri ağabeylerimin
İ’yle başlayan ve birbirinin aynı isimleri
Yani i ile i ve i’yle i
i olur mu i “diyor”
İki değişik ad olmalı onların ki
“iki değişik ağbeyim benim
yok mu ki”
Sofrada önce arkaya sallanarak
kız ekmekle alışveriş etmeden
“Kız o çünkü oğlan değil”
Küçük oğlan bakarken söylerken bunu anaya
Hepsi nedenli ayrı ekmek başında
Sarmışlar sımsıkı beni gibi
Hep adanmışım gibi
Yerine gelecek ne bana göre
Kurbana göre mi bu adak
“Kardeşim
Ben
Başıboş bir kamaya saplanmışım gibi”
“Peki ama” küçük oğlan
“Ne demek kamaya saplanmak”
“Ağabeyim
Ben
Çizilmiş bir yaşama atanmışım gibi”
“Peki ama” i ve i
“Kim çizebilir senden başka senin yaşamını”
“Anneciğim ben
Kaskatı bir esirliğe keptirilmişim gibi”
“Peki ama” ana
“Kepmek mi ne kepmeki
Kendine iyi bak önce üşütme ciğerlerini”
“Kardeşim ben
Yüreğimden böğürmek üzereyim gibi”
“Peki ama” kız kardeş
“Yürekle böğürmek mi dedin.Öyle bir şey mi dedin”
“Babacığım ben
Ayaklarım baltayla kesilmiş gibi”
“Peki ama” baba
“Ayakların… Apaçık uydurma ayaklar senin ki”
“Yepyeni güçlenen ayaklar onun ki” i ve i
“Bak kardeşim kamaya saplanmak
şu demektir ki…
……………………………” ben
“O var çünkü tanrı
O çizer onun yaşamını” baba
“Kaskatı bir esirlik…/çok acı/.. ” i ve i
“kaskatı kaskatı kaska kask kask kask ” kız
“Kendine iyi bak…” kız – anne
bakışarak ciğerim onlar benim
“Ayaklarım baltayla kesilmiş gibi mi” küçük oğlan
Çünkü kardeşim dedem dedemin olmuşu muyum
ben
“Olmaz dedenin olmuşu – Ulmuş deden” i ve i
“Ulmuş mu yani benim babam” baba
“Dedem senin baban mı ki bana” ben
“ben dedem deyince…” ben
“hah hah haa-” i ve i
“hah hah haa-” ben
“bir kediyim ben” birden
“bi hayvanı evin” kedi
Sarmışlar sımsıkı beni
Hep adanmışım gibi
Yerine gelecek ne bana göre
Kurbana göre mi bu adak
Başıboş bir kamaya saplanmışım gibi
Çizilmiş bir yaşama atanmışım gibi
Kaskatı bir esirliğe çöktürülmüşüm gibi
Yüreğim bögürmek üzere gibi
Ayaklarım baltayla kesilmiş gibi
“Kandırma beni çocuklarım
bozulmaz’dan tutunun – bırakın öyle öleyim” baba
Baba halk oldu baba helk değil
Sarsılıyorum ve içimdeki hayvan perdeyi aralıyor ve
/ anlıyor. /
Bakamıyorum başkalarının yüzünden başka yüze
Kendime
En sağlam sesleri söyleyin ağzım
En geçerli ilkelerini dünyanın
Sessiz atılıyor (devinim kayarak)
Sofranın dibine kedi (sesler var)
Önce Hamit “kedi kayınca sofranın dibine…”
“Hamit mi Hamit kim” sofra
Elim korkunç uzanın üzerine kedinin
Öpmek ister gibiyim kedinin üçgenini
(Ellerini) Kollamak kapmak ve kaçmakını
Kedi yapmazsa bunu çünkü kedi değil
“Biz bir şey yapmalıyız galiba – ama neyi”
/ “daha yeni mi sordun bunu çok mu yeni” / ekmek
“Yüz yıldır sormadım
Soranın ardına varmadım da…
Elim yakanda dirlecek orada..” sofra
Sonra i ve i iç içe ses çıkarmadan
/ “ben i’yken”/ i ve /”Ben i’yken” / i
ve sesli olarak sonunculardan ayrılarak
altı asrın sonuçlarından
sonuncularından ve içeriklerinden
korkunç kaçarak
“bu yemek daha ne kadar sürecek hiç bir zaman
kediyi oradan kim kovacak hiç bir zaman
Baba sen
Önce yeni bir işçi savunması yap”
Baba anadan yaklaşık olarak
Bir erkeklik ayrımı üretti erkeklere üleştirdi
Fakat onlar babadan ayrılarak
Ana babadan tüs tüm yaklaşık olarak
Bir kızlık ayrımı yalınladı sivriltti
Kızlarla ortaya attı belirledi
Fakat kızlar anaya yaklaşık kalarak
………………………….ötürü başkaldırarak
Kuzeyden güneye parıltılara avuç ve bağır açarak
Kuzeyden güneye parıltılar kafkas farları
Pırıl pırıl pır işçileri
Pırıl pır emekçileri
Parıltılar (ötürü) dayanamadan
“Bu yemek daha nasıl sürecek hiç bir zaman
Kediyi oradan kim çıkaracak hiç bir zaman
Kedi tıkınamaz sofranın altında
Kavanmadan
Babamızsan
Yeni bir işçi savunması yap
Dedeni savunduğum gibi ve padişahını”
baba hemen
ve hemen ben
Baba değilse fakat ben (cevval) hemen
– Abdülhamit –
Eşya ve şehir dürtülmüş gibi
türbelerden elktrik geçmiş gibi
“hortlak var” i ve i
Koro gibi bir aşikar dikleniş gibi
Duyuyoruz yoksa bir alisinasion isteği gibi
işte işte işte gark oluyorlar
“işte işte Han Han. Dünyadan ve besmeleli rahim
mazgallarından
Yumurtanın içindeki canlı kavgadan”
“boy atsın boy atsın”
Tarih ve zorbaların paçavralaşma işareti
“ah işte işaret”
– işte işte işaret
– Abdülhamit
“dur baba yeni bir işçi savunması yap” i ve i
i le i ve hemen ses olmadan birbirine kapanarak
/ “nedir ki bu Abdülhamit” /
Safra (görüyorsunuz) nasılda uzuyor ana çok uçta kalıyor
uzakta
Adeta
Öteden o ufacık bedenden
Kim sorabilir kim araştırabilir kimbilir
salondaki gizli bir düzlükten
“Anayım ama dayanamam daha da
“Çekilip ağlasam mı odaya
Acaba
Acaba mıyım yoksa ben”
Yeni bir işçi var ortada
İlk defa
ve sofra
Baba ana ve i ile i
Öldükten sonra dirilecek bendeki beden ve ruh
diyen ben
“inanıyor muyum gibi”
“ne gibi inanır buna baba ve ana”
“ve hakçası başkaları”
Küçük oğlan yarısı içten ses olmadan
“Babacığım anneciğim ağabeylerim
Kız ablam ve sen
Ben de dirilir miyim öldükten sonra
/ Ruhum da dirilir mi öldükten sonra /
Ben de / hesap verebilir miyim / öldükten sonra
Derslerime çalışır büyüklerimi dinlersem”
Kız ansızın açılır en cinlisi
“/ Bir kız neye inanır inanabilir ki
En iyisi en doğrusu şu ki
Güzelim ben – Erkeklerse
Kıza benzemiyor hiç
Bize dayanamıyorlar bir de hiç
Aklımda tutmalıyım büyüdükçe hep bunu
Aman hiç unutmasam bunu /
– sesizdi şimdi birden ses olarak –
Ya unutursam bir de”
döndük baktık
Kızardı yüzü
“Ne güzel kızarabiliyor yüzü” baba ana ve ben
Yeni bir işçi var ortada
Çok yeni bir işçi sürüyor dedemden
Ayakları ta oradan toprak diplerimden
“Abdülhamide ölüm” maymun
“maymuna ölüm” Abdülhamit
Çok yeni bir işçiyle geliyor dedemden
Güçlü mü
O kadar da mı güçlü
Daha değil yanılmıştık bir yerde
Eylem olmaz düşünüp düşünüp
Hah; demeden
Kedi sofranın altında üçgeniyle
Kedi dediğin böyle yaratılmıştır
“Ben kediyim sadece – Biliyorum da
Anlıyorum da işçi denince
Yakın buluyorum kendime
Galiba ciğer
Öyle bir şey
gibi bir şiy olmalı”
“Bağırıyorum sofranın üstüne
Bağıracağım yemeğin ve ekmeğin içine
Yeni bir işçi geliyor kendine”
“Sus” diyor i ve i
“Sus biz yücelteceğiz emeği”
“Asıl sen sus tanrı yüceltmiş bir kere”
Tanrı mı
“çok bulanıyoruz” i ve i
“Ekmeğe alın terinden önce kan
Duadan ve bereketten önce kan
(ben kazandım onlar da kazansı yeterince) den önce
kan kan
kan kin öfke
katık olmalı
herşeyden ve besmeleden önce”
Bir çok tanrı vardır
i için ve i için
sofrada birden bire ve i
Çünkü i için
“Tanrılar lar lar deme lar lar”
kız bu doygun duyarlı yanağı yaşlı
“Tanrılar denmez çünkü hiç söylenmedi
Küçükler ve aramızda ufacık var çocuklar”
( Kırılır
” – en çok onlar mı
” – en çok onlar )
Elim taş gibi tutuyor Hamitin ellerini
(Hamit kim daha belirmedi)
“Hiç belirmez o belirmeyecek de” i ve i
Sofrada değil miyiz büsbütün
“Güneş dönüp yeniden doğmalı” Hamit
Ana kim ata kim toprak kim
Halk neyin nesi
Sesini bileğinden alıyorum Hamitin
“Sofrayaçağırmadınız beni” çözüm
/ “Tanrı başka olmaz artırılmaz
başka tapacak yapıp artırıyorlar azalır ata” /
“uzak kal atadan ata geleceğin içinde” i ve i
“gelecek kazmanın içinde” i ve i korkutarak vakti
Takılıyorlar
“takıldınız işte” i ve i’ye baba
Ve sofra
(Kedi var)
Küçük çocuk ve kız hep birden
bağırarak korkutarak korkutarak
“Kazma nerede kazma nerede”
sakınarak i ve i korunarak
“düşecek: gibi başlarına kazma”
II
“Benim o bezirgan
O kervanı ben götürdüm Yemene
Çölde güneş
Gökten taş yağar gibi açılırken üzerimize
Oğullarım sizler
Sabır keseleri içinde
Ananızın muhabbetle beklediği zamanlar gelmeden
Belkemiğimden kurtulur bazen
Batardınız yüreğime
Oğlum sen –
sana verdiğim ada ne oldu
Ya sen –
sana verdiğim ada ne oldu
Ve neden her ikinizin adı da ‘i’ “
İ ile i yekinerek
“Herkes bu kez i’dir dünyada
Artık yok yürek soyluluk ruh
Etötesi
Üstünlük bilgide bile
Babamız sen…”
“Bana da bir i desen bir desen”
“Baba sen de bir i’sin kuşku yok
Saygımız olduğu için baba oluşuna
Baba diyoruz sana”
“Benim efendim i olamaz” ana
“Benim babam bir i ha
na sana”
“Bakkardeşim
Biz i dedikse o da bizim gibi
Bir ekonomik varlık herşeyden önce
Herkesle eşit bölüşmeli devletin gelirini”
“Ama sen
dün benim
harçlığımı… söyletme şimdi
oysa eşit eşit almıştık babamızdan”
“Kızım
O senin dün
harçlığını mı.. söyle”
“Hayır baba şaka şaka”
“Hayır şaka yok baba” i ve i
“Biz aldık onun harçlığını
elbette
kolunu bükerek elbette
salık verdik i olmayı ona
olmayınca elbette
kırmadık kolunu kardeş diye
ama ilerde
kırabiliriz de”
“Aaah” ana
“sütüm burnunuzdan gelir inşallah
önce senin
sonra da senin”
İ’ye ve i’ye
“Dur kadın” baba titrek doğrularak
ve kuşkuyla bakarak havaya
“kalksın sofra”
“Ama daha
baklava var
maraş işi fıstıklı kuru baklava”
“Kalksın sofra”
“Babacığım
Çok zaman ürettik son sofradan beri
Çok acı çektik
çok telef olduk
çok i telef old”
“Bu yezidler
Dünden olmuşlar bile
biz evlât mevlat dedikçe
ah yine de evlat
larım ne oldu size
o güzelim isimlerinize”
Sofra uzamaya başlıyor yine
elim akıyor altına sofranın
Göz gaga arıyor
Oyulmak için
Bir ateşe yatmak için
Kıvılcımlanarak atmacasıyla hep dürüst kalmanın
Can yakmamaya
Daha biraz daha
Karaçan yaralara göz yummanın
Acısıyla sofranın altında
Daha
Sancılı daha
Bir dünya kurdum kendime
Bir sofra altında
Bir sofra yüzüne çıkıp
Bir evden kaçıp
Bir eve kapanıp
İki kardeş iki ağabey ortasında
Bir yanım baba erkek
Bir yanım ana kadın
Çok sofra gördüm
Francala içinde iri kristal
Kanlı sorular
Koşuyor taylar o yöne
Fırtınadan ayakları tutulmuş
kısrak analarının
Ve kaslar koparca geriliyor masada
Çorba tasından bir giz çıkardım doydum
Birden ateşim çıkıyor
Dünya bulanık deviniyor
Şehir kusarak geçiyor kapıdan
Zil
Ve sesini kucakladım postacının
Hayır bir ulak bu
sınır boylarına yollanmış geçmişte
viyana taşduvarı dibinde hülyaya dalmış
kenti sonsuz bir kuşatmayla gönlünde
sevmiş sevmiş…
Elinde bir ferman gördüm dayanamadım
(Peki neden bana
1973 Temmuzunda)
merdivenleri yıpratıyordu ellerin
Tutunarak bir fetih haberine
Sarsılarak bir isyan bir yıkılma haberiyle
Aynı anda mermer merdiven ve ben
Tüm güç elindeymişçesine
Sesine bakıyorduk postacının
: herkes kendi içinden:
sesler şehirden
“akşam nerelerde kaldı
denizin dalgalarla kıyıya attığı rakı sofraları
şerefe arkadaşım nerede kaldı”
: herkes kendi içinden:
havada kanat vuruşları
“sen de gittin
otuz yıl hiç değişmedik
ne yalnızlık benden
ne ben senden geçtim ey yalnızlık
işte şimdi sende gittin elimden”
herkes kendi içinden:
“yaz geçip güz gelende
ecel geçirsin beni
madem yola gidiyorum
bulunsun benim de bir el sallayayım”
: herkes kendi içinden: bir komşu
Duvarlarıyla
“Yaşam sevincini yücelt. Hüznü kahrı felan filan
sen ki onu da alıp gittin
kanayan İbrahimi (hasta bir akraba) görmeye gittin”
Herkes toplansın
Herkes bu kez
Sesini yüksek bağlasın
Tüm aile susmuşken bir ateşin ortasında
O ses vuruyor elime sofranın altında
Havada asılı kalp atışları
Tümünü kaplayan alan içine bir yüz görüyorum
Alnında derin oluklar var bir kayayı
Oymuşlar gibi gözleri
Ağlamaya başlıyor baba “ah benim emeklerim”
Ağlıyor ana “ey ağlayan efendi
gönlümün tacı efendi
evimin direği
erlerin eri”
Ağlıyor bacı “ağlar ana
ya ağlar mıymış hiç baba”
O ses vuruyor elime sofranın altında
“Ağla evet gözlerim ağla sen
Bu gidişin zorları olsa da
Ağla ki ak çıkasın iniden
Ölüm lokma ağzında açsa da
Ölüm bu gelen çehresiz elsiz
Bir gezintideyiz olsa olsa
Bir de yanımdan geçerse bensiz
Durup kalakalmışım ortada”
Bir başka ses
Vuruyor bu sese elimle
“Köyde en büyük güce
Yaşamaya sürülü çoban köpekleri”
“Kurşun bitince yok öyle
Sürdü tüfeğine çobak köpeklerini”
“Evde en azgın köşede
Kadınları durmadan çarpıtır su perileri”
“Taşkın ve saf genç kalbime
Mezar taşı gibi vurur çağın devrimleri”
“Sen yargılanadur suç vardı güneşe
İnsan insana gebe ev eve bir öç haberi”
İstanbul kent olarak yıllar önce
Sürmeler çeker beğenirdi şehzadeleri
aç elini uzat dilenci eline
Biz Dağ Mağara Hikmet Kent İnsan Evren derken
Bir şarklı şair vardı kralı olan
Derdi ki kalın postallar giyeceğim
Bilgelik için değil
Sığınmak ve izlenmek için dağlara gideceğim
Birinci jandarma işlevi
Biz sustuk
Mağara hikmet erleri yerine
Konserve kutuları kustu
Üç dört beş ölü de kustu
“Anneciğim sen” ben
Değil mi öyle kardeşim sen daha küçüktün
Anneciğim sen
Kentleri tepeden gören yaylamızda
Bile dolanırdın yabani erikleri bademleri bile
Karıncalar üşüşen kışlık armutları
Bakışın avuçlarınla sever sıvazlar okşardın
Gezerdim yorulmasız kutlu kelimeler ederdin
Bakarak dokunarak doğadan alıp
Doğaya vererek”
“Sahi ben mi”
“Elbette
Sen ya” baba
“Anneciğim sen ne güzel
Beline dolalı önlüğüne…”
“Bırakın şimdi sofrada
Bağı yaylayı armut toplamayı”
“Rüzgarın döktüklerini yağmurun ve kuşların
Acımadıklarını
Evimize taşırdın”
“Bırakın dedik
Konuşulacaksa
Karar konuşulacak bu sofrada
Evet baba…”
“Anneciğim sen
Yaslan koluma dinle beni
Bak ben bir eli sofranın altında
Parmağına kimsenin duymadığı sesler çarpan
Ürküpp korkan
Bir evladınım
Anneciğim sen bir dağ haberi
Bizleri dağa sen alıştırdın
Dağı sen öğütledin bize
Ben dağa ölü umutsuz gittim diri indim
Ağabeylerim i ve i isimleri
Güçle gidip ölüleri inerken
İkinci ja ja ja ja ja
Anneciğim ancak sen içten ve derinden
Anladın inceliği
Ana sen
Bir dağ haberi
Taze uyabilen her güçlüğe
Dağları yıldızlar daha iyi izleniyor diye mi seversin
Ya evin erkekleri
Gecikince geceleri
Korkardık ama
Dağın kendisinden hiç korkmadım
Hiç bir pusu yoktu dağda senin için
Ve şehre
Her gün her an dönebilirdin
Zaten çocukların senin adına
Bir temas gibi
Gidip gelmekteydi”
(Baba kendine gel
Kendine gel anne
Bizler hep kendimizde miyiz
Korkmadan gözgöze gelmek için)
Önce kim – önce sen
“Dirilen bir işçi olmalıydım öyle oldum ta eskiden
Gülerek anlatmalıyım anlatarak
Çünkü çok zaman ürettik son sofradan beri
Dün akşam sofrasından beri”
“Baba ben” ben
Yeryüzünü dinledim
Erkek giysileri giyindim gördüm ki
Helalinden kadın
Ve bol ve düzgün çocuk gerekli
Baba ben yeryüzünü dinlerken
Biliyordum gövdemin tazılarıyla
Tazelenmedik hücrem kalmadı
Ne aç şu gövdem
Dursam çağırmasam bile
Ben bir ışıkla geceleri
Evimi karartan sevgisizlikleri denetlerken
Ekmek kemirir gövdem
Mezardan da öteye yeryüzü götürür kişiyi
Şiire çoktan başladım ama
At sürmeyi yeni belledim”
“Oğlum sen
Seziyorum
Yoksa anladığımdan değil kelimelerini
Tıpkı bir avuç sudan başladığım gibi
Ananın göğsüne yaslanıp
Sütünden hanlar kervansaraylar kışlalar altın
kubbeler
Demir çelik fabrikaları atom reaktörleri
Kuş ve balık dili okulları
Kitaplar uçaklar yaptığım gibi
Seziyorum oğlum sen
Kibar ve zarif bir çocuksun”
Beni adadılar beni koydular ortaya
Karşı duygular çıkarlar
Bende karşılaştı büyük
Çok büyük olmalıyım ki bende vuruştular
Ve gövdemin toprağı
Daha doymadı kana
Ozan beni harbetti
Işık beni koştu yine de
Daha karanlığım çok yerde
/ Ben şair olarak
Bitmez bir kartal çubuğu tüttürüyorum /
“Hayır anneciğim Nijerya Çad Uganda da
Hiç te uzak değil
İnsan orada da
Sabah kalkar işleri vardır
Tıpkı
Ve sonra
Akşam sofrası o uzaklarda
Dilini bilmediğim hoş omuzlu
Yuvarlak ve işlek omuzlu
O kız tarafından serilince
Bizim soframıza da değer bir ucu”
“Oğlum sen” ana
“Seziyorum
Yoksa anladığımdan değil kelimelerini
Tıpkı karnımda bir miktar sudan başladığın gibi
Göğsüme yaslanıp sütümden
İnsan toplayan sesli kubbeler çattığın gibi
Seziyorum ah ah seziyorum oğlum sen
Kibar ve zarif bir çocuksun”
Küçük kardeş
Çıkarıp oyuncaklarını koyuyor masaya
Misketler atıp
Bardakları kırıyor
Mum gibi duruyor ana
Küçük kardeş
Sürahiyi kaldırıyor başına
Bulaşıkları elleriyle
Taşıyıp sıvıyor dudaklara ve
Çıktığı kadar sesi
Bağırıyor
Mum gibi ben
Ağabeylerim kızkardeş ve baba
“Engellerseniz beni” küçük kardeş
“Pek çok ağaç devireceğim
Bırakırsanız
Bir konuk
Bir meltem olacağım yaprak arasında”
“Ah ne sorumsuz o küçük gezgin
Hayvan beslemenin
Zorunlu olmadığı kanısında
İkinci dünya harbi
Bir izci dalağı gibi şişer iner karşımda
Genaralleri psikolojiyi
Devlet devirme tekniğini
Kadınları bir yakut gibi taşıyıp
Tükürür gibi terketmeyi
Çocukları isyan etmekte
Genç kızları direnmekte yenmeyi
İyi bilir
Oto-stop yapmayı bile
Bin dokuz yüz’lerdeki buharlaşma
Dünya beş ayrı yerdeydi o zamanlar
Yeni yeni pervaneli uçaklar İmparatorluktuk
hiç bir eskimo
padişah olmadı toprakta
Memurlar solunmuş havaları bir daha
Taşları
Vapurları bir daha
Ucuz kahramanlıkları durmamacasına
Soluyor çağımızda”
“Haydi bakalım topunuz
Soluyun şu havayı”
Kitaplardan bir cümle okuyor
Oda doluyor kelimelere
Harflerin içinden
En yakın komşuya çizilmiş cizginin içinden
Bir boğa yılanından
Parçalanmamış bir kuzu geçer gibi
Geçiyor i önde
“Haydi soluyun şu havayı” yarı yolda
Ölebilir yüreği yetersiz olan
Bir harfin katılaşmasından
“Anam sen bir aslan doğurmuşsun”
Diyor i
Yumruğunu kaldırıp vuruyor masaya
“Anam doğurduğun bir eğilmez kaplan”
Diyor i
Elini savurup indiriyor masaya
Baba bir karışık dalgınlık duyuyor ardından
Eli hançeresinde
Can’la hesaplaşarak bir yandan
Bir pervane gibi uçup çarpıyor cama
Ve bakıyor
Uzun uzun bahçedeki ağaçlara
III
Önce kim
Önce sen bu sefer
“kızaplam
ne kezzaplar akmakta yollardan”
“sen ha
bu kelimenle
umulmaz senin yaşındakilerden
bir çevik bir cevval oldun
öyle ki
derisinin altı közlerle yoklanan
kainata ve
şu aziz ruha
sarı karıncalaşarak buyuran
ve şehadat eden
veşehadet ederim diyen dilin
ve onaylayan yüreğinle
o delikanlılığa doğru
sular gibi büyük
temiz yüzünü dönen sen”
“kızaplam
ne kezzaplar akmakta yollardan”
“mendille taşınan sütlerin sonu
son damlası da akmakta”
“mendille süt taşımak ha
hah haay” i
“ne yalan ne yalan” yine i
“tanrı kıysın sana” ama bu
“an’nee”yıllar
“ah başladılar yine”
“hem söylüyorum
hem de içim yanıyor efendi beyim”
“bre hatun
sen
hep söylemiyor muyum sadece
bütün bunlar olmayan bir ev
düşün diye”
duvar açılıyor
ve içinden duyuluyor sesi
“neden biz onlardan efendiler
el sayısınca da
kas sayısınca da
baldır bel kürek kemiği
ve dalak sayısınca da beyabiler
çok olmayalım
Zaten –
efendiler beyabiler
hakkımız daha ilk dünya yıllarında
okul yıllarında efendiler beyabiler gençbeyler
neler neler olmuyolar
ölerek”
Bizim çocukluğumuzda övünecek olanın
Aşkıyla
Buyrun gençbeyler beyabiler
Duvarlardan duyulan sesini
Bismillahcı diye maruf
Yatıya gelen bir dağ aslanı
a l’ocasion de la fête rational
“sevgili beyim
ne yükler geçti üstümden
otuz yıl önce pazularının
şimdi –
şekerin
hipertansiyonun
emekli maaşın
tümbelan az inancın”
“hatun
maraşlı hafife almaklığını bırak
kader ironimizde
daha ne tenhalar yazılı olmalı
evlat acıları akan”
“ah et akan”
“çocukk”
“çorba geleneği insan tutması el yakınlığı
taze soğan yer sofrası
eski dülgerlikleri cömertlikler
kanlı geyikler akan”
“zaman kalfaları
takvim başları”
Bir mesele var
“zamanın kutbunu sordu abdülhamiti sani” bir azim seda
“aradık kanter içinde koştuk
nice köşker iplikçi rençber dervişten geçtik
öyle olduk ki candan / verilen mühletten geçtik”
“zamanın kutbu sendin ey abdülhamit”
halk dedi
“efendiler” sese ağız olan duvar
“geç beyler” i’ye baktı
“beyabiler” bana
gözlerini kısıp
eğilerek taşlıklarına sahillerin
dünya sakinlerine
ses kutularına
ses kapılarına hayvanlara açılan tabiat
önemli
bir söyleve başlıyacağını anlatan
bir çehre yolarak elindeki tomardan
“efendiler” dedi
“fatih sultan mehmet han
istanbula girdiğinde
bir dilbir vardı
öyle güzel
güzeldi ki
yurt gibiydi döşü
padişah değer verse yeri
koştu
atının önünde öptü yeri”
“beyabiler içim nasıl titrer bilseniz
önüne gençler gençlikler
fetihler serilen sultanı”
“tümü izinliydi bahadırlarının
velilerden”
ve geriliyor geriliyor şimdi
“düşünüyorum da halkın
bir çelik yay gibi çekilişini
kendi et duvarının
gerisinde devinip”
(padişahım çok yaşa
demişti. İhtiyar bir kadın
bir kent valisi ile gittiğimizde köyüne)
Cahit Zarifoğlu
Altı Üstü İnsanlığın
Hayvana bak
İnsan ait bir grafiği gagalıyor
Hayvan hayvan olmaya ama
İnsana ait bir lakırdıyla
Dolanıyor
Yeryüzü bir İstanbul daha açarsa
Katsı mahsusayla söylüyorum
Kesik bir katır başı gibi
Ölü ağzından çıkarır çatal dilini
Haliç
Oysa aynı Haliç
Aldulhakim hazretlerinin
Ayağı altında nazarı önünde
Tahtı saadetinde
Berrak bir suydu
) alıp götürdüler
sarığını yere atıp tekmelediler
Haliç
o berrak su
zehir kustu
) sancılanıp ölen
üzüntüden
kapımızı her bırakıp giden
bir rahmet kucağı
bir siklet bir yük
) alıp götürdüler
neden tekrar başa dönüyorum bu mısrada
Ha? ! !
Çünkü şiir yetmedi
kalemi atıp ayağa kalkıyorum
bağırıyorum:
Öğürtülü karınlarına çarçakıl doldurun
Domuz başlarına çuvaldız sokun
Öyle bir hayal çatlatın
Böyle bir hayal çatın
Öyle bir gerçek
Böyle bir gerçek
Gözümün önünde resmi
Bir akrabası gösterdi
Bak dedi
Ne yaptılar
İlim ve hikmet dolu veliyi..
resim:
Ölümünden bir vakit önce
Sorgular
Gece Gündüz Gece
Ne ekmek ne su
Ne ibrik
Ne bir taharet köşeciği
Kolları bağlı
Gözleriyle abdest alıyordu
Zihniyle kılıyordu namazlarını
resim:
Mintanının baş düğmesi kopmuş
Aman Allahım başı açık
Karışık saçları alnı kaşları
Kocaman ve dolu bakışların üstüne sarkmış
Seksenaltı yılık ömrün üstüne
Ve yine de sabah güzel olack ha!
Koltuğun hemen altında
Saten geceliğin yırtmacı
Kan revan bir öpüş
Hırslı
Paralı
Az sonra saat dört kırkiki
Pi – Em
Kancık bir dörtnal sesi
Kaçıyorlar yine vurup
Haydi ahbap
Tekke miskinler tekkesi
Sen sız ve bekle
Bir gözün hafifçe aralık
Bilinç uyanık çünkü kan gölünde bu kayık
sız ve bekle
Elinde bir gürz bir takke
Tekke Takke. Ha Hay!
Ve güzel sabah olacak
) geçişleri anlıyor musun
Körpe beden körpe para
Hayvana bak gözün onda
Kafatasının içi insana ait bir beyin
Ayaklarında iskarpin
Nal içi
Gördün mü vur ha vur ha
Ve sabah güzel oldu
Şöyle yan gelmiş yatıyordu
Semiriyordu
Bir iğne ucuyla dokunsalar ağlıyordu
Havlıyordu
Acıya hiç dayanamıyordu
Şöyle bakıyoruz
Eğilip
Şöyle bakıyoruz
Silkinip
Şöyle bakıyoruz şöyle
Gözyaşı yassak
Gaflet idam
Acele el keser
Gevezelik dil
Şöyle bakıyoruz
Şöyle bakıyoruz şöyle
Şöyle bakıyoruz
Şöyle bakıyoruz şöyle
) Aktör gibi oynayın bu satırları
Halayını çekin halayını
Sporunuz bol olsun
Ballı börek ağzınıza lokma olsun
Merak etme sen
Şiştikçe şişiyor
Şiştikçe inceliyor derileri
Cahit Zarifoğlu
Ana Oğul
Dinç bakan bir çocuk
Ana baba acınma yatak yorgan toprak
Ve ezgilerden elini çekmiş
Şimdi gördüğün resim net
İşte siyah karanlık cife
Ve işte ciğerlerinin üstünden kalksın diye
Parmaklarını kaburgalarına takmış
Bir savaşçı nefes
Dağ ona söyledi arzum şudur
– Gömleğimde uyu
Yanağını tenime koy
Bir savaşçı uyuyor
Biri baskın
Biri şehitlik işinde
Toprak söyledi: Doldum
Tenimde dur! FAKAT
+
Ana bir yangın yeri
Dehşet içinde saçı dağınık
Oysa sevin
Acın kutlu
Kocan oğulların şehit
İşte getiriyorlar onu da
anladın
yaşamakta olan son oğlun
İsli dağların yamacında
Beşon evlik bir köyün kıraç tarlasında
Toprağı bellerken durup
Ağırlaşmış yüzünü
Bakışını
Çok uzaklardaki atlılara çevirdi ana
Geceleriyse
Toprak damın çölünde
Bir aşağı bir yukarı
Dolanırken
Başını değer gibi alçalıp
Teselli gibi geçer bulutlar
Der ayrılığın adı yaman
Oldu kapı komşu malım
Dost bağım
Dizimdeki dermansızlık
Bu yaşın alameti değil
Baka baka kardeşim oldu yıldızlar
Ellerim ışıklı saçlarına değdi yıldızlar
Cahit Zarifoğlu
Güneş İnip Suya Dokun
Birara neydi o bulutlar
Somurtkan dudakları yere sarkan
Arkasında deniz alev alan adam
Çehrem sarsılıyor bakmaktan
Güneş inip suya dokun
Nehre yaslanıp baş aşağı koşan bir yaşlı ağaç ol
Cahit Zarifoğlu
Güzelcin
Koşu koşuver nargözlüm
Yuvarlak biçimli ayakların
Küheylan kolanı gibi kuşağın
Gürbüz kalçalarının üzerinde
Koştur azaplardan kaçalım
Koruklar üzümlenmiş mi bakalım
Bir söze iki gülüş bir öpücük
İki bedeni birbirine katalım
Ruhsatlım sevdamsın berigel
Kanın höpürtülü başın dik
O seven yuyan bakışınla
İçimi yu mermer döşegel
Dorukta yeni ay ince işaret
Ne kem gözler gezinir karanlığa
Ne evin sevincinden korkan bulunur
Asmalarda güneş ve çocuklarımız
Çardakta ıslak ve ekşi uyur
Bacın bazlama yağlasın sahana
Mutluyuz tüm dünyaya duyur
Cahit Zarifoğlu
Hama 1982
O sabah ezan sesi gelmedi camimizden
Korktum bütün inslar,bütün insanlık adına
Cahit Zarifoğlu
Hama: Sımsıcak
Hac yolunda bir merhale
Kalbin ve cesedin azık yeri
Tekkeler zaviyeler medreseler ve ulema
Yemiş yüklü ağaçların kolları kökleri
Saf ve seven bir göz gibi bakan şehir
Şimdi tüller arkasına geçmiş gibi
Büllbül yolar dudağını
Bakınca kara aklın batağına
Yetmişbin şehit
Sayısınca billur kase
Öyle bir sarsan ses
Gür gümrah dalmış Hak’la yarenliğe
İçinden akan nehir
İki yakayı çatan nehir
Ak durmadan ak
Yetmişbin kola ayrıl beş kıt’a ak
Sarıklar kan oldu
Ak sakal kan oldu
Demek bitmedi kerbela
Hama kerbelası dehrin
Nasıl kuru dudakları devlet olduysa Hüseynin
Şehit ağzını değdir üstüne ölü kalbimin
Bülbüller anıp susar sesini
Nice tevhit çekti dillerin
..ve üstüm başım perişan benim
Elim hayret kısa kamalarım kayıp
De şehit nefesini değdir üstüne ciğerimin
Cahit Zarifoğlu
Hasret Fantazisi
Hemşeri miyiz benden saklama
Aşina saçların
Hele başını arkaya atışın
Sanki yakın komşu doğuştan sürmeli gözlerin
İliklerime kadar ürperiyorum karşında
Aynı kentin hamurundan değilsek
Söyle hangi bağ
Nerdeki dostluk dolamış kaslarını boynumuza
Çoğu zaman
Kabzasında
İkimizin birden kavrama izleri
Olan
Uzun ve enli bir kılıç geliyor yanıma
Yoksa
Göksümü kaldırarak
Gökyüzünü doğru açtığım bağır
Darbe üstüne darbe yiyor
Kafa büyüklüğünde taşlarla
Doğru söyle hemşerimiyiz
Aynı kentin hamurundan değilsek
Nasıl kalkıyor haykırşımızdan aynı kuşaklar
Bir gürühsa yüzüstü kapaklanıyor
Bir gürbüz vakit suç ve günah dolu
Kaçak
Deli dolu
Kıstırıyoruz onu bir tenhada
Bir sen anlıyorsun bunu bir ben
Zaten ortada bir sen varsın bir ben
Elmacık kemiklerini arıyorum buluyorum
Çıkık
Yüzlerini
Pembe ve gergin
Ellerini
Gizli ve sıcak
Göğüslerini
Çöldeki sıcak
Doğru söyle çabuk söyle hemşerimiyiz
Boşuna mı bu kadar telaşlanışım
Yoluna baş kuydu şahsım
Mırıldandığım dava yonttuğum heykel
Vurduğum gülbank
Bir hasret bu yağma bu soylu kıyım
Cahit Zarifoğlu
Haziran
Kim ölüyor hayvanların
Kızışarak daraldığı zamanda
Bir pazu marazında yıkılmadı o kollar
Güç istifi kanın
Saklanmış kadınlıkların
Ve kız kaleleri
Ehli hicablarca saklı
Muhasaralanmış önlerine perdeler akmış
Atmacalar
Gezgin kuşlar
Yeni çığlıklar yepyeni
Hücum sesleri
Hangisi
Daha önde belirsiz buyruk mu ermi
Dayanamayıp çöken duvarlardan
Gerilip yırtılan kaslardan en çok çocuk
davetleri
O av etleri rahleler sandukalar
Karanlıkla katılaşan nöbetci baskıncı silüetleri
Ve açın güller bir sabah daha açın
Bakın Tanrı konuğu insanlar bütün türleriyle
Şu bizim yeryüzünde
Toprakta gel! gel! nöbetleri
Cahit Zarifoğlu
Hesaplanmadan Ölü
1
Onlardı uzak yerler seçtiler
ve sayesiz ilahları
Kalın ovalar kuşları yaklaşan ağaçlar
ve taşlaşan boğulu kalan nağra
bir sarnıç kemeri eğrisinde
dünden bugüne seyirten
telaşşız sular seçti padişah buyurdu kervansaraylar
hudutta kraliçe ağızları serhatte yagız duşlar
ipe saldıran yığınlar çün osmanlı kanları
melekmeşen at yangınları
ülkeyi kol gezen projektör bakışlar
hayvanlar bile altında rahat uyuyan
ve elgizin göğsünde kışlık bahçeleri
ağırlaşan bir çiçekte
sultan sıcaklığına çarpıp
ummana sıçrayan çekirgeler
aşk donanmış bir havada
şahadet getiren sedir ağaçları gemilerin
el çırpan iskele ve sancakları
-Üzülmek fethedilmiştir kışladan haber
tevrattan sakıncalı sözler sakınmak gereken göz
gerek kanatılan gelinler
davulun orta yerinden bir baş soğan
katlayıp ince ağızlarında çingen
içlerin boşalan surlarına zurna
Toplanan şimdilik sürgüne eklenen
değerli çocuklar
arkalarında büyük rüzgarlı anne etekleri
ucuna takılan yaşmak çeşitleri
mavi çok renkli tülbentler
iri gözyaşı boncukları
içine kainatlar sıkışan
caminin yürek konmamış kayalıklarında
durmadan her lahza yeniden arınan
henüz bir böceklik yer açılan
elleri aynı kumaytan
içlerinde bir haremi tavşan
açık duran kapılarının arkasında
çocuklar baştan sona kadınlara düğmeli
bu bir an yüzümü hayvanlara dikip
çamurlu
-Ey babilin yorumaz artıkları
dışımda açıkça bir tazı koşuyor
ölümlerde yorulup
bir güle kapanan
gelincikte bekleşen
2
sonunda ak tavşan ölüme benzeyince
koşup bir ölümün önüne titremeler içinde
diz çöken adamlar beynime atıldılar
ağırlıkları safra taşları yanlarında
bellerine kancalı tırpanları
saçaktan akan buz parçaları
ona birazda ben katılacaktım
çünkü herhangibir hazırlık yapmışlardı
taş duvarın dibindeydik ölümünden
ses çıkmasın beni kapıyorlardı bedenleriyle
alnımı bana bıraksınlar
hiç yalnızlık korkutmayan alnımı
karnımdaki boşluklara
saçlarım uzasın kirlensin ellerim ayaklarıma
ama onların vakti yoktu onlar için
ve onlar için çocuk duvara kadar
gidip gelecekti salıncak ceviz dalında
ve komşunun ölüm çocukları
güçlükle göğüslerine tutunan nefesleri
Öldürmeye alışmaları karar kılışları
Toprağı karıştırıp şaşkınlıkla içlerine giriyorum onların
Ansızın bir kravat bazen bir kaç sene deniz
renkli horozlar ve karanlık doğan yarasa
sık sık anne tekrarı
ve kalbinde allah yazan çocuk
kızlar hızlanan gelinler
erkeklerde insen uğultuları
çocuklar ki mutlaka kutupta bırakılan
ve dönülen bayrak
Beni buruyorlar renklerin gidip gelişleriyle
içinde kanlı zincirler elden ele
yıldız süzerken kadınların karınlarında doğururken
dilleri terleri damaklarıyla ısırdıkları pamuklar
ağızdan ağıza
ve meydanlara
cılk çıkan yığılan çocuklar
bağıran balık
suyu zorlayan midye
üzerimizden akan gemi karınları
– Çocuk kanlarla sarsıldı
öğrenciliğim korkunç öğretmenlerim
sızı olduğum kızlar
onların şehvetime dokunup kalışları
anı
akıllı bir öğrencinin alayındayım
kanımı ve kamalarını arıyorlar
aceleyle elleriyle cepleriyle
bedenime kanımı yapışık olarak
ya da kumaşa emdirerek
akıtacak olan
ve bedenimi arayan korkumu
açıklıyorlar önüme
(korkumu ölümümle ağzıma kilitlemişim)
İnsanlar salıncak altlarında solur
-Güneş hep aynı artist çocuktu
Nilüfer ipi çok ince parmaklarıyla
dağlara göklere en yakın elmacık kemikleriyle tutmuş
yüzüme gülerek severek
3
Şimdi yağmur birikiyor kubbelerin içine
ak yürek baraj büyüyor
yarış su pirinç ve içinde canlı çevrilen insanın
çiçekle döşenen başı
Balıkçı tezgahları
Kayıkçı tezgahları
Ekmek tezgahları
yağmur alınlara doğruldu
secdeye durdu süslendi ölümle sözleşen
ateşli hastalar gibi
Cahit Zarifoğlu
Hızla Akan Mızrak
Sabahtır
Alkışlar gecenin
Sıcak damları sükûn yapılarıyla
Aydınlatır bir ucundan
Kahvaltı sofrasında çay tasını
Düzgün uysal Işıklı bir de ağız
Gizlice götürür hücreyi bütüne
Ve akla her gelen telgraf telinde
Öpüşür iki güvercin
İncelmiş ve yumuşamış gagalarıyla
Bu geçen mızrak
Kalın kararlı
Atanın değer biçilmez atıyla
Kuşkusuz yolunda gerek
Mızrak geçer ışığı
Geçer geceyi dolduran karanlığı da
Cahit Zarifoğlu
Ilık Kocaman Bakışlar
Verimsiz bezgin
Geçti günler
Uçtu çekip karnından kopardığım tüyler
Şen miyim martıları koluma takarak
Bir güç denemesiyle pazularım
Kahverengi-kendi kendine canlı-kabararak
Birara bütün kuvvetlerim elimde
Öyle ki dalgalar gibiyim
Bir okyanus kalbinde
Çevirdim hem üç kere numaranı
Birileri bir cumartesi
Müthiş morarıp genişlediğini bildirdiler
Şaka mı bu hayır şırrak bir şok
Üzülmüyorum korkmuyorum ağlamıyorum
Sadece
“Melenkoliniz uğradı” diyor pansiyoncu kadın
“Haber vereyim dedim yoktunuz dünden beri
bekliyor odanızda”
Elimle
Kendi elimi tutuyorum
Yan yana gidiyormuşum gibi kendimle
Ah yine bir aldatmaca durma koş
Bu ses
Telefonun olabilir
Yineliyorum kendimi
Önüne itiyorum hayalinin ölü seslerin
146 31 çift sıfırdan 18 çalıyor
Kaldırıyorum ahizeyi
Manzara şu
Beton kalıplarının içine akıyorsun harçla
Gelebilir miyim mümkün mü
Vıdı vıdı çenebaz sokaklar
Düşman baltalar vitrinler yola doğru küstah
Gelir miyim dersin
Yaban çehrelerin tırpanlarını göze alarak
Koca kent bir sancı dayanamayıp kalabalığa
İlk eczaneye dalacağım
Hani şöyle birden sessizlik yumuşak
Minik hafif eller cam tezgahta
Sürüngen
Em
Aspirin
– Bana bir aspirin
– Kutu tablet?
– Farketmez
Isırmasın da timsah gibi
Ilık kocaman bakışlar
Şaşırmak isteyerek
Biri saklasın beni
Eskilerin yüzaklarından
Bir incelik gösterin
İncinmesin yüreğim
Hala içerdeyim dikkatle bakıyor eczacı kadın
– Otuz liranız yok muydu
Olabilirdi sancıyla susuyor bakışım
Biri bağırarak konuşuyur
Biri giriyor
Veya öyle bir sükut
Başka?
Hava sıcak nemli ağır
Ağustos temmuz
Kuru havaları arıyorum
Bir de isteğim var
Dişlerim onaltı yaşımdaki gibi olabilir mi bir gecede
Bakışlar boşuna
Kırmızı dudak izleri mektuplar boyunca
Bir yalan
Ansızın uyanıyorum her gece
Biliyorum bahçede dolanıyorlar
Solukları kapı önünde
Beni istiyorlar
Onlarla yemek yiyorum düşümde
Kendimi yalnız bildiğim her gece
Yalvarışım ağlayışım
Cenkleşiyorum kendimle
Medet
İmdat
Bir ses kaydına
Upuzun iniltiler bekliyorum
Danışman olarak gırdapları
Yeryüzünden arta kalan bütün deprem kırıntılarını
Cahit Zarifoğlu
İçerdeki Ayrılıklar
Çölde anne
Kumlar akıyor üstüne
Çocuk
Sularda başı
Baba
Sur duvarlarıyla çevrili ağzı
Üç yer üç zaman
Üstüste kaydı
Üç ince madeni levha
Sımsıkı ve yüzyüze
Fakat kaderler karışmadan kaldı
Muhterem kocam – Sevgili karım
Babacığım – Güzey Yavrum
Sevgili annem-Güzel yavrum
Fakat kaderler ayrı kaldı
Baba nerden bugün
Ana hangi kum çanağında
Çocuk şöyle der:
– Babacığım Baba
Sobalara toprak atılacaktır
Bacalara çarçaput tıkılacaktır
Aralanankapıdan
Uykuda dudağı kanamış bir çocuk bakacaktır
Cahit Zarifoğlu
Ayna
Ve gözüm eşyamda değil
Yoruldum maddemden
Ta ki dünya bitti
Köşk kurdum sakin oldum
Dehlizsiz ve tabakasız
Kör bir hayvan gibi
Rızkına etiyle yanaşan
Karanlık birevDir gövdem
Güneşte asla karanlık yoktur dediler
Ve onlar yoluna cihet ettim vatan tuttum
Büyük yeni bir hayat bildim
Yeni yeni bildim yoksa ölüyordu bir şey
Bir insan binası yıkılıyordu durmadan
Cahit Zarifoğlu
İkinci Ayna
Korkup kaçarken çıktı benden
Bir çeşit hayvan nereye dönsem o
Kış olmadı duymadım hiç bir kar
Tendeki papatyaların tutunduğunu
Komşuda bir çocuk daha ağlıyor
Gözyaşı akışı neden var bilseydim
Ve dost yok karşımda daha da çevrildin
Küçülüp yürümek isterim karıncalarla
Bir çeşit sevdam var
Bir çeşit yalnızım kapıda
Yaradana giden yoldadır her ruh
Çocuklar gibi sevmese de kalpler
. şapka bisiklet beyaz sarı
. kırbaçlanan gülüş zalim ağzı
Bir gıybete kapanıyor akıllar
Bizde ruh gencini ihtiyar ederler
Aşabilsem boğulmalarını ömrümün
Bir çocuk havliyle geçsem sevgisiz ıssızları
Yüzün çepesine koştur beni
İsyan eşiğim toprak kayıyor içim
Cahit Zarifoğlu
İstanbul
Bir tohumdan daha az değil
Fatihin büyük güvercin kanatları
Meleklerin sık aralıklarla
Dokunduğu toprak.
Güzel buyruklar
Gürbüz havalar
Boğaziçi bir akımdır
Bir akan sudur
Nice dergahlar
Dinler gibi nabzını
Yeni doğan çocukların
Yamaçlarda mezarlıklar
Sever gibi bazıları
Açık havadan gömülmeyi
Çocuklar topkapıda
Sedef kabzalı kılıçlar ellerinde
Rahlelerde kur’an
Tefsir
Arapça
Farsça
Dikkatle önünü iliklemede
Padişah ve şehzade
Açılıyor dev gibi bir kapı
Dikiliyor dev gibi bir sütun
Sütun başı sütun ayağı
Dibinde dilek şikayet sahipleri
Birer gürz gibi sağ ellerinde
İradeleri
Bir ellerinde arzuhalleri
Oğullarım
Dikkat edin
Hak yemeyin
Oğullarım
Mümkündür
Topal bir karınca
Mihnettedir
Oğullarım
Mümkündür ki
Bir baş kesilir avluda
Akın, akan kanla
Cihangir
Taş yokuşlar
Eyup
Sıla sıla Medine
Acı
Bu tortu
Karartır camları
Yorar küpleri
En berrak sular bile
Ve kapanıyor saray kapısı
Saklanıyor
Sarı sarı altınlar
Kokup
Şimdi birden Eminönü kalabalığı
Kimseyi tanıyamazsın
Kıyafetinden
Yüz çizgisinden
Katil efendi
Hırsız baş köşede
Haksız haklı
Şer belalı
Örtünmüş güneş
Çoktandır, yüzü nerde
Ya o ay
Kara bir zıbın biçmiş kendine
Bir düş
O buyruk
Şefaat
Gürbüz hava
O güzelleri İstanbulun
Dönüyor demir teker
Cahit Zarifoğlu
Savaştığımız Günler Kendimizle
Başın çok yükseklerde eğil selvi boylu
Eğil bir kez nasıl bir şeysin göreyim
Nasıl liman çocukları zalim
Nağra atarlar gecenin koynuna
Daha başkaları da var
Tabiatlarını mayalarını açıklayan
Ya sen selvi boylu nesisin
Ya ben neyiyim körlüğün
Eğil hakkımızla
Birlikte bağıralım içine esirliğin
Ben hırsız olayım kendi malıma ha!
Ben yakalanayım eşkiyama
Gardiyanların değişti de n’ooldu
Haydi soyun bir kez daha kırbaçlan kendi dallarına
Dağ özlemin sarı bir kanarya oldu
Ötüşsüz uçtu uçamadı kondu konamadı
Akıl ve hikmet emzirirdi mağara
Yarasa doldu.Yüz çarpılır göz kayar
Güneşin tozu yağmuru ateşleri taşları
Gelse gelse elimin vuruşma özlemini alsa
Selvi boylu eğil ikiye katlan
Bak şairin yarım şiirin köle kaldı.
Cahit Zarifoğlu
Çoğalmak
Çocuklarımızla
Atlara biniyorduk
Dönüp bakarken geçmişe – kumandalı
Atlara biniyorduk
Benim çok çocuğum oldu
Kadınım sen onların yüzlerini
Çalılardan kolla
Bütün çıplaksın – omuzların
Birbirine içiçe iki saat rakkası
Gelecekte kumandalı – dönüyor
Güneşi alıyor – alıyor gövden
Karanlık eşyada bulup
Ürkünce parlayıp koşan hayvanda bularak
Çocuklarımızlaysa – seçerek beni
İçinin çağırması bir kır hayvanı düzlüğüyle
Bedensel – seçerek ve buyruk üzerine
İçine alışın doyuruşun
O erkek giysilerine giydirişin
Doğanın çizdiğini
Çizip kanattığını hiç görmedim seni
Çalı eğildi yumuşadı batan taş
Kabuklar düz bir sıyrılma oldu
İşte en başta ve değişen dünyada – durmadan “sen”
kalabilirlikle
Güzel kılınan sen
Beni de kutsal sıvamaktasın
Güzelleşiyorum çocuklarımızla
Hatırladıkça koşuyorum – biz geleceği
Çoktan yaşadık öylemi kadınım
Koşarak hatırlıyorum alnımın terini
Avucumda tutup doyuran buğday ağırlığında
Sunarak göğe
Sınayarak elimin alnımla anlaşan hünerini
Ve hatırlıyorum koşarak o gelecek zamanda
İçimize söyleyen sese akıyorduk
İlkin korkuyorduk
Taşın kovuğunda oturuyorken
Önümüzde ağaçsız düzlük – Çöl yada kumsal
Gökte o acaip bakılamayan parıltı
Buyruk alıyorduk
Açık
Anlamlı
Şu bildiğimiz gibi
Ve dünyada
Yere basarak
Oku’maya başladık
Ben çocuklarım ve kadınım
Bilerek erkekliği yeryüzünde
Onun koşturmasıyla koşarak
Bilerek kadınlığı yeryüzünde
Onun koşturmasıyla kapanarak
Erçocuklar sezinleyerek
giderek tanıyarak erkekliği
Onun koşturmasıyla atılarak
Kızlar kendilerinde doğrudan bularak kadınlığı
Onun koşturmasıyla açılarak
Hızla istekle alarak
Ben ve kadınım
Açık anlamlı şu bildiğiniz gibi
Ve dünyada
Yere basarak
Erkekliği ve kadınlığı hükümet ettik
Somuttur benim başım
Rüzgar yüzümde engellenir
Su akar saçımdan
Öfkemde alnımda “v” damarı kabarır
Kadınımla hayvana benziyorduk
Saçaklı üç kollu üç ayaklı
Eti eti alıyordu
bir hayvanı (Boğuyorduk/Yoruyorduk/Ağırlıyorduk) aramızda
Et eti alıyor – sert’e çarpıyor kanlı’dan geçiyor
Değiştirmeden bırakıyordu
Çocuklarımızla
Atlara biniyorduk
Dönüp baktırarak başımızı
Ardımızda kalan topraklara – Buyruk alarak
Atları belirginliğe kamçılıyorduk
Açık
Anlamlı
Şu bildiğiniz gibi
Ve dünyada
Yere basarak
Haberi alıyor yayıyorduk işlenmiş ovalara
Sesimiz olan atımızla – atlarımız olan sesimizle
Kadında çocuklarımızı çoğaltarak – şiirimizle
Kent kurulu yamaçlara – ıssız dağlara da
Tanıkol
yer sahibi gök sahibi
aktığımıza
İçimize koyduğun sesle
Cahit Zarifoğlu
Büyük Su
Batıyla doğu arasında
Bir ekmek hattında
Elinde bir çift yün çorap
Gördüm onu bir avrupalı gibi geçiyordum oralardan
Elinde bir çift yün çorap
Anlatamadım galiba o çadırlar onundu
Gördüm onu elinde bir çift yün çorap
Sanki tutuyordu obanın kaderini aklını
Elinde bir çift yün çorap gördüm onu
Binlerce yıllık dikkatlerin ördüğü
Hürlüğün
Ve kadınları
Uçlarını kaldırıp sokmuşlar kuşaklarına
Kendi gölgelerinin
Ve çocukları
İradelerini çözsün diye
Dolayıp bırakmışlar babalarının ayakları altına
O
Elinde bir çift yün çorapla
Binlerce yıllık bir örgünün sabahı
Tam gün doğarken atların alınlarına
Oba baş çadırının varlığını duyarak arkasında
Bakıyor diğer çadırlara
Bir kuzuya bir karıncaya
Herkes biliyor ki orda
Her an başlayabilir yaşamaya
Hayat..
Rüzgarda
Kat kat etekleri savrularak
Kadınlar
Karşı yamaç
Oflaz otlar
Böyle bir fotoğraf
Görünüşte
Bir ruhunun dosyası kayıtlı değil
Elinde kırbaç ve sopa
Onu uzaktan geçer sanırsın
Yıllar ve çocuklar
Canlarını vererek
Koyunlar ve sığırlar
Sütlerin ve yapağlarını
Koyarak ortaya
Gelişen düşünce:
Elinde bir çift yün çorap
Daha o sabah bitti. “Al Buyur” dendi
Elini uzatırken
Dedeleri gibi baktı ona
Çiçek ve binbir çeşit ot kokuyor
Dağ kokuyor sabah
Bu oba
Sanki doğu-batı ekmek hattına kayıtlı değill
Bilmezliğin güvenli çobanı güdüyor becerileri
Kadın kokuyor oba çadırlarının içi
Saf bal kokuyor
Nurdüz yaylabaşındayız
Kahramanlık buraya kadar
Alabilicek hiç bir şey yok burda
Para sayarak
Şimdi bir kaş kalınlığı in
İşte aydın’ın köşk’ünün başçayır köyü
Say bakalım videolu kahvahaneleri
Sofular mollalar yatsıya gitsin hele
Tezgahın altından porno meyd in’Amerika
Meyd’in fransa almanya
Çiğ kabarığı dudak
Aşkından kendini alevlere bıraktığı gibi
Serin bir metal parçası arıyor
Bir humma bakınıyor
Nurdüzde
Elinde bir çift yün çorapla duruyor
Bir kaç saniye-başlarken güne
Hiç bir şey bozulmamış sağlıklı bir insan saflığıyla
Elinde kalabilir
Sanki doğu-batı oraya atlayabilir
Cahit Zarifoğlu
Fil Yüreği Gibi Bir Yürek
Bir sesti öyle
Kıskıvrak bir zaman urgan gibi boynuna dolalı
Belleten
Heheyleyen
Höreleyen
Üstadım kırk ağzınız
Fil yüreği gibi bir yüreğiniz olmalı
Belleten
Eşeleyen külleri
İşte bir küçükköz
İste bir nine parmağı
Bir sesti öyle
Bir çırpıda hem kiriş ve ok
Gögsünü yaymadınsa yay önüne
Üstadım birelif kılıcınız olmalı
İnce uzun bir merhametle
Bir gürzünüz olmalı dolgun bir kaf
Yedi devi arka arkaya yollamalı
Zırhsız ve kalkansız
Bir kılıç ve gürz
Kıraç toprak
Obasız bir çöl
O ses ıssız dolaşan bir sesti öyle
Bir sesti öyle
Bastı apansız kalabalık evler dolusu uykuları
Taki vakit saat
Saanki güz
İklim sapsarı
Anılar
Ne çok dostun var
Hatırladık Kaldırımlar’ı
Tek dostumuzdu
Hani çocuktuk ve sevdalı
Bir gün baktık bir sesti öyle
Hapishanede
Zırhsız ve kalkansız
Kılıç dizlerinin üzerinde
Gürz yerde
Baktık
Bir nazar
Besinliyor üçünü de
Bir damar denize açılan
Salan küçük çaylara derelere
Büyük ırmaklara da suları
Cahit Zarifoğlu
Kaybolan Şiir / Hayretlerimiz
İlim diye bağlansa boynun
Secdeye gecikir alnın
Konuşsan dilin uzar
Yalan olur gıybet yürür
Elde asa giydi çarık
De hangi günah beldesinde
Alnını yere koydunsa bile
Acep yakın mısın gaflet misin
Say boynunu vuruyorlar
Zebaniler bir takım
Bir zaman böyle geçti
Geldin sona, tıkandı nefes borun
Bu son güneş bu ilk adım
İkisi de malın hangisi kararın
Bil tefekkür koruna düşsen
Ödün kopmaz zalimden,dersin Allah daim
Elin şakaklarında yangın
öyle fikret çatlasın başın
Doğrul! belin iki kat yüzün solgun
Sarılık değilsin mağlup mu oldun
Toprak yer seni,etini kemiğini
İman ancak, sığmaz ağzına çevirmez dili
Sözde şehvet dilde şehvet
Hani sükut tevazu uzlet
Sen konuş şeytan mütebessim
Nerde korku karar basiret
Her sözün zarara
Emri maruf nehyi münker bir de Allahı anmak müstesna
Her haykıranın takıldın ardına
Eğildin her rüzgarda
İster misin makam rütbe ölümden sonra
Allahı hakim bil diğerlerin mahkumun-aleyh
Gitti haznedar
Hazine kaldı (biz gibin) sarhoşlara
Cahit Zarifoğlu
Yüzlerin İnce Lifinde Korku
İlk teksif harbin kazdığı çukurlara
Adım başında ğöğsü parçalanmış gözleri hâlâ canlı bir ceset
Enerji geliyor elektrik kaynıyor sulardan
Toprak insan
Karmaşık soru bir çabuk cevap
Kimbilir nasıl çikilotalarını yarıda bırakacaklar
İki ucundan da elleri ısırmış
Bütün kan rezervleri boşalmış damarlar
Yalnız kalmış
Şimdi koşacak meydanları kim
Asırlardır söylenen bir isyan susacak nasıl
Kendini ara bul getir şiddetle kucaklaşalım
Dudağımın altına koy adını
Uluslararası çınlayalım çölden ormandan
Uçurum başlarından kumsallardan
Adımıza hazırlanmış bir mesaj olmalı
Ağzını aç ağzını kapa
Gözünü aç
Toprağa bak
Bir de insana
Hayat enerjilerinin sokağımızda koştuğu bir mahalledeyiz
Evimizden el etek çekilmiş
Durmuş insan çok akıllanmışsa eşya
Deniz bu sancıyla kabuk bağlayacak çalkalanaraktan
Halkın yaşamak marşını dinle
Kafiyeleri dünyanın o son ilerleme kitabı
Alınlarında ise saçlarına yakın bir iz
Cemaatın ayakları biçiminde
Ondört asır önce gergeflenmiş
Halılar kilimler renginde hasır mühürler
Nasıl kullanırlar yüzlerinin ince liflerini böcekler
Sanki bunlar
Toprağın başında duran insanlar
Binlerce ayıyı birarada görmüşler
Dehşet an meselesi
Tuzağa ramak kalmış
Ahret kıl payı
Şimdi yüzlerin ince lifleri kımıldıyor
İşte bir memnunluk tümseği
Sonra bunun süreği ve zaman geldi
Korkulu bir mutluluk tırmanıyor
İklimleri
Cahit Zarifoğlu