Can Yücel

Hayatı



Can Yücel

 

Doğum 21 Ağustos 1926 İstanbul,

 

Ölüm 12 Ağustos 1999 İzmir,

 

Meslek Yazar, çevirmen, spiker, rehber, şair

 

Milliyet Türk

 

Evlilikler Güler Yücel

Çocuklar 3 Güzel, Su, Hasan.

Can Yücel (21 Ağustos 1926, İstanbul – 12 Ağustos 1999, İzmir,

 

modern Türk şairidir. Kullandığı kaba ama samimi dil ve bariton sesiyle okuduğu şiirlerle Türk Edebiyatı’nda farklı bir tarz yaratmıştır. 7 yıl süreyle Millî Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Âli Yücel’in oğludur.



Hayatı

 

1943 yılında, yakın dostu ve Ankara Atatürk Lisesi’nden sınıf arkadaşı Gazi Yaşargil ile birlikte yurt dışı eğitim bursu kazandığı halde, babası, dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel “Bakan, kendi oğluna torpil yaptı derler” diyerek karşı çıktığı söylendi. Gazi Yaşargil, bu bilginin doğru olmadığını, ikisinin de ailelerinin imkânlarıyla yurt dışına gittiklerini açıkladı. Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. Askerliğini Kore’de yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum ve Marmaris’te turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü. 1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı (Güzel ve Su) ve bir oğlu (Hasan) oldu.



Son yıllarında Eski Datça’ya yerleşti ve her hafta Leman, her ay Öküz dergilerinde yazıları ve şiirleri yayımlandı. 1996 yılında kurulan Emek Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı. Şairin “Hava döndü” şiiri EMEP’in parti marşı olarak kullanılmaktadır. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e hakaretten de yargılanan Yücel, 1999 Türkiye genel seçimleri’nde Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin İzmir 1. sıra milletvekili adayı oldu. 12 Ağustos 1999 gecesi ölen şair, çok sevdiği günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça’ya defnedildi.



Sanat hayatı

 

Can Yücel, 1945 – 1965 yılları arasında Yenilikler, Beraber, Seçilmiş Hikayeler, Dost, Sosyal Adalet, Şiir Sanatı, Dönem, Ant, İmece ve Papirüs adlı dergilerde yazdı. Daha sonraları Yeni Dergi, Birikim, Sanat Emeği, Yazko Edebiyat ve Yeni Düşün dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965’ten sonra siyasal konularda da ürün verdi. 12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao’dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkûm oldu. 1974’te çıkarılan genel afla dışarı çıktı. Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı Bir Siyasinin Şiirleri adlı kitabını yayımladı. 12 Eylül 1980 sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla “Rengahenk” adlı kitabı toplatıldı.



1962’de İngiltere’deyken, 1709 yılından kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması geniş yankı uyandırdı.



Can Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti. Can Yücel’in ilham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. ‘Maaile’ şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad. Can Yücel için ailesi çok önemlidir: eşi, çocukları torunları, babası.. Bu insanlarla olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımıştır. ‘Küçük Kızım Su’ya’, ‘Güzel’e’, ‘Yeni Hasan’a Yolluk’, ‘Hayatta Ben En çok Babamı Sevdim’ bu sevgi şiirlerinden bazılarıdır.



Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht ve Wilde gibi önemli yazarların oyunlarından çeviriler yaptı. Shakespeare çevirileri (Hamlet, Fırtına ve Bir Yaz Gecesi Rüyası) aslına bağlı kalmayan, eserleri topluma aktarma amacıyla yaptığı çevirilerdir. Shakespeare’in ünlü ‘to be or not to be’ sözünü ‘bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin’ şeklinde Türkçeleştirmiştir. 1959’da ilk baskısı yayımlanan ‘Her Boydan’ adlı kitabında dünya şairlerinin şiirlerini serbest ama çok başarılı bir biçimde Türkçeye çevirmiştir.



12 Ağustos 1999 tarihinde vefat eden Yücel’in cenazesi dönemin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina’nın katkıları ile Datça’ya getirildi ve 17 Ağustos 1999 tarihinde 1999 Gölcük depreminin meydana geldiği tarihte defnedildi. Ölüm yıldönümlerinde anma törenleri, “şarap” içiliyor gerekçesi ile Datça Belediyesi tarafından yapılmadı. “Mekanım Datça Olsun” isimli bir kitap yazması ve yayınlaması nedeniyle, mezarı Datça şehrine defin edilen Yücel’in mezarı, Datça’da adına tören düzenlenmemesi ve başka yerlerde yapılan törenler nedeniyle yıkıma uğratıldı ve mezar taşı parçalandı. Mezarı yakınında bulunan “Can Evi” isimli alan ise, bu yıkımın ardından kapatıldı.



Eserleri



Can Yücel’in Eski Datça’daki evinin bahçesinde, üzerinde imzasının bulunduğu taş.



1950: Yazma

 

1957: Her Boydan (Çeviri Şiirler)

 

1974: Sevgi Duvarı

 

1974: Bir Siyasinin Şiirleri

 

1976: Ölüm ve Oğlum

 

1981: Şiir Alayı (ilk dört şiir kitabı)

 

1982: Rengâhenk

 

1984: Gökyokuş

 

1985: Beşibiyerde (ilk beş şiir kitabı)

 

1985: Canfeda

 

1988: Çok Bi Çocuk

 

1990: Kısa Devre

 

1990: Kuzgunun Yavrusu

 

1991: Gece Vardiyası

 

1993: Güle Güle – Seslerin Sessizliği

 

1994: Gezintiler

 

1995: Maaile

 

1997: Seke Seke

 

1999: Alavara

 

1999: Mekânım Datça Olsun



Çevirileri



1953: Hatırladıklarım – Eleanor Roosevelt – SEÇİLMİŞ HİKÂYELER DERGİSİ – Ankara

 

1956: Yeni Türkiye Bir Garp Devleti – Georges Duhamel

 

1957: Herboydan: Dünya Şiirinden Seçmeler – Seçilmiş Hikâyeler Dergisi

 

1958: Anne Frank’ın Hatıra Defteri – Anne Frank – Dost Yayınları – Ankara

 

1959: LORD STRATFORDUN TÜRKİYE HATIRALARI – STANLEY LANE POOLE

 

1964: Muhteşem Gatsby (The Great Gatsby, F. Scott Fitzgerald), Ağaoğlu Yayınevi

 

1967: Lenin Petrogirad’da – Sosyalist Akımın Gelişmesi – EDMUND WILSON – Ağaoğlu Yayınevi

 

1967: Gerilla Harbi – MAO TSE TUNG – Ernesto Che Guevara – Payel

 

1967: Küba’da Sosyalizm ve İnsan – Ernesto Che Guevara – Payel

 

1968: Siyah İktidar – Stokely Carmichael – Ant Yayınları

 

1972: Salozun Mavalı (Peter Weiss) – Yöntem Yayınları

 

1977: Yeni Başlayanlar İçin Marks – Rius – Vardiya Yayınları

 

1980: Kafkas Tebeşir Dairesi – Bertolt Brecht – İzlem Yayınları – İstanbul

 

1981: Bahar Noktası (Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın çevirisi) – Shakespeare – Ağaoğlu Yayınevi

 

1982: Şvayk Hitler’e Karşı – Bertolt Brecht – İzlem Yayınları

 

1983: Snoopy – Bir Fıstık Kitabı – Charles M. Schulz – Kaktüs

 

1996: Hamlet – Shakespeare – Papirüs Yayınları

 

1988: Batı Yakasının Hikâyesi – ARTHUR LAURENTS – Gözlem Yayıncılık

 

1991: Kızıl Komser – Yaroslav Haşek – Cem Yayınevi

 

1991: Snoopy Kar Korkusu 2 – Charles M. Schulz – Papirus Yayınları

 

1991: Fırtına – William Shakespeare – Adam Yayınları

 

2018: Maksat Samimiyet (Oscar Wilde) – İş Bankası Yayınları ISBN 978-605-295509-3

 

Şiirleri

 

    • Bağlanmayacaksın
    • Her Şey Sende Gizli
    • Akdeniz Yaraşıyor Sana
    • Akis
    • Al Bir Uzun Hava
    • Anayasası İnsanın
    • Arkamdan Konuşmasınlar Diye
    • Aslandan Al Haberi
    • Aşıklar Ölmez
    • Ay! Ay! Ay!
    • Baharla Ölüm Konuşmaları
    • Bayramlık
    • Bi Damlacık
    • Bir Ölüm İlanı
    • Buluşmak Üzere
    • Can’ın Mezar Taşına
    • Cankurtaranla
    • Çalındı
    • Değişik
    • Değişim
    • Dostum Samaripa’YA Mektup
    • Dörtlük
    • El Tutuşa Tutuşa
    • Epigram
    • Erotizma
    • Fitilli
    • Götümser
    • İmana Geldim
    • İrtihal
    • İşçi Marşı
    • İşte Bu İş
    • İtiraf
    • Kaçamak
    • Kayıp Çocuk
    • Kibar Hırsızın Türküsü
    • Kimesne Öldü
    • Küçük Kızım Suya
    • Mare Nostrum
    • Menapoz
    • Mtamosmoris
    • Muhabbet
    • Mülemma
    • Övgü
    • Poetika
    • Prova
    • Rambrandt’ın Resmi Üzre
    • Rıfat’a
    • Sen Sağ Ben Selamet
    • Sevgi Duvarı
    • Kumkapı Meyhanelerine Dadandık
    • Suda
    • Şiir Dikeni
    • Taksim Mitinginden İzlenim
    • Ukte
    • Ve Komiser Kolombo
    • Yapraktı
    • 20 Yaş 35 Yaş 40 Yaş ve Bugünkü Ben
    • Ölüm ve Oğlum
    • Bir Eşi Olmalı İnsanın
    • Biraz Değiştim
    • Unutma
    • Seninle Yaşlanmak İstiyorum

 

 

Bağlanmayacaksın



Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.

 

 

“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.

 

Demeyeceksin işte.

 

Yaşarsın çünkü.

 

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

 

Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

 

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,

 

Senin onu sevdiğinden.

 

Çok sevmezsen, çok acımazsın.

 

Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.

 

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.

 

Senin değillermiş gibi davranacaksın.

 

Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de

 

korkmazsın.



Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.

 

Çok eşyan olmayacak mesela evinde.

 

Paldır küldür yürüyebileceksin.

 

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,

 

Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.

 

Gökyüzünü sahipleneceksin,

 

Güneşi, ayı, yıldızları…

  

Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.

 

“O benim.” diyeceksin.

 

Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan bir şeylerin…

 

Mesela gökkuşağı senin olacak.

 

İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait

 

olacaksın.Mesela turuncuya, ya da pembeye.Ya da cennete ait olacaksın.



Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.

 

Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,

 

Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.

 

İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…



Can YÜCEL

 

HER ŞEY SENDE GİZLİ



Yerin seni çektiği kadar ağırsın,

 

Kanatların çırpındığı kadar hafif..

 

Kalbinin attığı kadar canlısın,

 

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…

 

Sevdiklerin kadar iyisin,

 

Nefret ettiklerin kadar kötü..

 

Ne renk olursa olsun kaşın gözün,

 

Karşındakinin gördüğüdür rengin..

 

Yaşadıklarını kâr sayma:

 

Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,

 

Sevdiğin kadardır ömrün..

 

Gülebildiğin kadar mutlusun.

 

Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin

 

Sakın bitti sanma her şeyi,

 

Sevdiğin kadar sevileceksin.

 

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer

 

Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın.

 

Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;

 

Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.

 

Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,

 

Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.

 

Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın,

 

Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.

 

Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın

 

Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.

 

Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

 

İşte budur hayat!

 

İşte budur yaşamak,

 

Bunu hatırladığın kadar yaşarsın

 

Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün

 

Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun

 

Çiçek sulandığı kadar güzeldir,

 

Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,

 

Bebek ağladığı kadar bebektir.

 

Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin,

 

bunu da öğren,

 

Sevdiğin kadar sevilirsin…



Can YÜCEL




AKDENİZ YARAŞIYOR SANA




Akdeniz yaraşıyor sana

 

Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun

 

Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında

 

Hiç dinmiyor motorların gürültüsü

 

Köpekler havlıyor uzaktan

 

Demin çocuk ağladı

 

Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine

 

Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir

 

Denizi tokmaklıyor balıkçılar

 

Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak

 

O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği

 

Hayatta yattık dün gece

 

Üstümüzde meltem

 

Kekik kokuyor ellerim hala

 

Senle yatmadım sanki

 

Dağları dolaştım

 

Ben senden öğrendim deniz yazmayı

 

Elimden düşmüyor mavi kalem

 

Bir tirandil çıkar gibi sefere

 

Okula gidiyor öğretmenim

 

Ben de ardından açılıyorum

 

Bir poyraz çizip deftere

 

Bir ada var sırf ebabil

 

Dönüyor dönüyor başımda

 

Senle yaşadığım günler

 

Gümüş bir çevre oldu ömrüm

 

Değince güneşine

 

Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını

 

Gözlerim kamaşınca senden

 

Ölüm belki sularından kaçırdığım

 

O loş suda yıkanmaktır

 

Durdukça yosundan yeşil

 

Kulaç attıkça mavi

 

Ben düzde sanırdım yıkıntım

 

Örenim alkolik asarım

 

Mutun doruğundaymışım meğer

 

Senle çıkınca anladım

 

Eski Yunan atları var hani

 

Yeleleri bükümlü

 

Gün inerken de öyle

 

Ağaçtan izdüşümleriyle

 

Yürüyor Balan tepeleri

 

Yürüyor bölük bölük can

 

Toplu bir güzelliğe doğru

 

Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize



Can YÜCEL



AKİS




Sen çaldıkça Teodorakis

 

Bir mor yağıyor üstüme…

 

Dudaklarım öpüşmekten mosmor…

 

Bir putum sanki ilahilerle

 

denize fırlatılmış

 

Ve bir deniz yağıyor üstüme

 

Bakma sen sevgili Teodorakis

 

Açgözlü güvercinlerin didiştiklerine!

 

Avluların o en çakırkeyiflisine

 

Mısır daneleri gibi serpilmişler ama

 

Mısır danesi değil ki bu adalar

 

Ne de biz güverciniz…



Sekerek o güneş güzeli çakılların üzerinden

 

Çıplak ayaklarımızın su sesleriyle

 

Birbirimize

 

Ve kendimize

 

Bilakis



Sen çaldıkça Teodorakis

 

Bir mor yağıyor üstüme



Can YÜCEL



AL BİR UZUN HAVA





Çekirgeydi Raşko’nun elindeki güvercin

 

Raşko’da mengeneydi, bu beynimizde kalsın!

 

Çekmişler ıstor diye muhribin dumanını

 

Böyle aşk, böyle barış, Allah belamı versin!

 

Bugün kitabım verdim tek pedal matbaaya

 

Bu yol beni götürür sağlam Selimiye’ye

 

Ağlıyorsam gözyaşım iki gözüme dursun

 

Vermişim ben canımı al-uzun bir havaya



Can YÜCEL



ANAYASASI İNSANIN




Ustamız Eluard’ın izinden



Kan yasası bu insanın:

 

Üzümden şarap yapacaksın

 

Çakmak taşından ateş

 

Ve öpücüklerden insan!

 

Can yasası bu insanın:

 

Savaşlara yoksulluklara

 

Ve binbir belaya karşın

 

İlle de yaşayacaksın!

 

Us yasası bu insanın:

 

Suyu şavka döndürüp

 

Düşü gerçeğe çevirip

 

Düşmanı dost kılacaksın!

 

Anayasası bu insanın

 

Emekleyen çocuktan

 

Uzayda koşana dek

 

Yürürlükte her zaman



Can YÜCEL



ARKAMDAN KONUŞMASINLAR DİYE




Her Donkişotun bir yeldeğirmeni vardır

 

Benim ki Heybeli’de

 

Yarı yarıya yıkık

 

Üstünde

 

Kırmızı üstüne beyaz beyaz harflerle

 

Kocaman

 

TÜRKİYE HALK BANKASI

 

Yazılı

 

Vallahi billahi de

 

Beş kuruş almadım o reklam için



Can YÜCEL



ASLANDAN AL HABERİ!



Romalılar aslanlara atarlarmış Hıristiyanları.

 

O Hıristiyanlar ki

 

Romalılardan daha dürüst, daha düzgün, daha uygar bir

 

düzene

 

inanmaktan başka suçları yoktu…

 

Romalılar oyalamak için işsiz yığınlarını

 

O zamanın gazetesi

 

Ve Hürriyet’i olan Coliseum stadyomunda

 

Aslanlara atarlarmış sen gibi ben gibi

 

Mehmet Turgut gibi insanları

 

O Mehmet Turgut ki

 

İşsiz olmaktan başka suçu yoktu

 

İşsiz parasız evsiz-barksız

 

Ve aslanın kafesine girdiğini farketmeyecek

 

kadar uykusuz…

 

O Mehmet Turgut ki

 

Libya’ya gitmek için sıra bekleyen bir

 

Kunuri Aslanıydı

 

Adana’nın Girne yolunda bir lunaparkta

 

Buldular parçalanmış vücudunu…

 

Sade Adana’nın Girne yolunda değil

 

Roma’da da böyle

 

Oyalamak için işsiz yığınlarını

 

Ve belki de azalsın diye işsizlerin sayısı

 

O zamanın gazetesi

 

Ve Hürriyet’i olan Coliseum stadyomunda

 

Aslanlara atarlardı sen gibi ben gibi

 

Mehmet Turgut gibi insanları…

 

Ama Ali adındaki

 

O kendi de müebbete mahkum aslan

 

Aslanlar akıllanıyorlar mı nedir

 

Yemedi kardeşim yemedi

 

Kore Gazisi Mehmet Turgut’un göğsündeki

 

Silver Star nişanını!



Can YÜCEL



ÂŞIK ÖLMEZ



Sessizliğin içinden yürüyen horoz sesleri

 

Beni ölüm yeşiline götürüyor

 

Vardım zaten varacağım yere

 

Yalnızlık

 

Bütün perdeleri kaldırmış bütün pencereler

 

Son bir ışık

 

Sikimin tellerini çınlatıyor yine de

 

Yine de âşığım yine de âşık



Can YÜCEL



AY! AY! AY!



Şu gökteki ay var ya

 

Şu boktan şu yarım ay

 

Bakarsan bakarsan bakarsan

 

Bi tek sözüme bakıyor benim

 

dolunay olmak için

 

O bana bakıyor

 

Ben ona.

 

O bana bakıyor

 

Ben ona,

 

Hepimiz ama

 

Hepimiz

 

Hepimiz

 

Bakıyoruz hep birbirimize

 

bakıyoruz hep bakıyoruz

 

ADAM olmak için hep

 

Ay! Ay! Ay!

 

O bana bakıyor

 

Ben ona.

 

O bana bakıyor

 

Ben ona

 

Canım yanarcasına

 

Ne zaman

 

Ama ne zaman olacak bu iş?

 

Bakıyorum bakıyorum da aya

 

Bakıyorum da ayın ayaklarına

 

Yatırmışlar yine Ahmed’i falakaya



Can YÜCEL



BAHARLA ÖLÜM KONUŞMALARI



I




Memelerim koparıyor

 

Yüzyıl süren bir yalnızlık

 

dile gelmişçesine

 

Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!

 

Ve ağrıya

 

ağrıya tabi,

 

ağraya

 

ağraya ağbi…

 

Nakkaş Tepe de ancak

 

bezmimize böyle gelmiştir

 

Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle

 

Yerbilimsel bir hapisten sonra



II



İçimdeki karanlığı patlatacağım

 

Zifiri bir su akacak

 

kamışımdan toprağa

 

Bir kedi yavrulayacak

 

köpek dişli bir kedi

 

Ve böğürtlenler köpürecek ağzından

 

Yedikçe

 

kendi

 

kendini

 

mayhoş

 

Ya da Posta Nazırı dedemden kalma

 

Mors’un en morundan bir karga

 

Konacak karşıki direğin doruğuna

 

Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu

 

Ne kadar taşlasan boş

 

oynamıyor yerinden

 

Ben kargadan korkmam ama

 

bunun gözleri baykuş

 

Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak

 

Ve ötüyor

 

ötüyor

 

ötecek

 

Beni ışığa bağlayan

 

(Bağlayın beni ışığa!

 

Gerin telleri gerin!)

 

beni ışığa bağlayan

 

o gelin telleri

 

o gelin telleri

 

kopuncaya dek…

 

Akpembe bahar yelkenleriyle

 

Güneşin rüzgarına gerilmiş

 

bir badem ağacı gibi…

 

İçimdeki karanlığı patlatacağım

 

Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla

 

ağlaya

 

ağlaya

 

Yepyeni bir insan

 

pırıl pırıl bir can

 

bitecek toprağa…



III



İki çöpçü geliyordu karşıdan.

 

Biri

 

(Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar

 

Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla

 

Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını )

 

Öbürüne

 

(Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o

 

Anavavza gözüyle dünyanın en güzel

 

atlarının neredeyse ineceği e biraz

 

genişçe bir çakır su gibi görüyordu,

 

eminim)

 

Eyitti kim:

 

Halk Partisi’nin solunda bir parti olsa

 

Hiç dinlemez oyumu ona veririm



IV



Sevda Tepesinde geçen gün

 

Karşıki masanın altında

 

İki tane tavuk gördüm

 

Toprakla yıkanıyorlardı

 

Eşeledikleri çukurda

 

İnsanlar için de belki ölüm

 

Toprakla bi tür

 

Yıkanmaktır diye düşündüm



V



Üşüyor mu deniz

 

üstüne boşandıkça yağmur?

 

Ondan mı dersin

 

tüyleri böyle ürperiyor?

 

Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta

 

Alı al moru mor bir sandal gibi acaba

 

Yıllar sonra yılmayıp yine

 

Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?



VI



Buket diye bahçeli bir meyhane vardı Yenişehir’de

 

Yıkıldı çoktan GİMA var şimdi yerinde

 

Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun

 

Yamacında bir masa

 

Cahit Ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde

 

Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba

 

Zaten Cahit’in gözleri daim yaşlı

 

“Şunu siliver!” derdi garsona

 

“Şu muşambayı siliver, mirim!”

 

Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye

 

Yine de bu bahar öğlesinde

 

Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi

 

-İsterse kalpten olsun, isterse-

 

Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye



VII



Ruhum sıkıldıkça, ruhum,

 

Mızrapsız bir tambur gibi

 

Apayrı bir hava çalıyor vücudum

 

Ruhum sıkıldıkça ruhum,

 

Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı

 

Apayrı bir hava çalıyor vücudum

 

Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere!

 

Başka yere, başka yere, başka yere!

 

Ruhum sıkıldıkça, ruhum,

 

Cemil Beysiz bir tambur gibi

 

Kendi kendini çalıyor vücudum



VIII



Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da

 

Duvarda bir gedik ilişti gözüme

 

Uydurdum gözümü deliğe:

 

Bir bahçe

 

Bahçe değil bir havuz

 

Havuz değil bir bahçe

 

Üstü nilüfer kesmiş silme

 

O nefti yapraklarıyla gelmiş

 

O aksarı çiçeğiyle

 

Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe!

 

İnsanoğlu beni görsün diye mi?

 

Bahçede oysa

 

Bahçedeki bir havuz

 

Bir havuz ki bir bahçe

 

Ne in var ne cin ne bey ne ağa

 

Surları da çekmişler dört bir yanına

 

Bizler de varmayalım diye bu uçmağa

 

Sade bir garibim yavru kurbağa

 

Serilmiş o ortası çukur

O sal gibi yaprağa

 

 

Yarı suyun içinde

 

Yarı yansımış ışığa

 

Pırıla pırıl yeşile yeşil

 

Rezil mi rezil

 

Başladı birden haykırmağa

 

Başladı inin cinin ağanın beyin

 

Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği

 

Çevresine bizler görmeyelim diye

 

Surlar çektiği

 

O kimsesiz güzele türkü yakmağa

 

Şairim ben

 

Benim işte o kurbağa



IX



Hep ölümü çalacak değil a Zangoç

 

Bu da

 

Sema’yla Asaf’ın kızına

 

Hoşgeldin demek için

 

Oysa

 

Ne kadar

 

Ne kadar

 

Ne kadar yalnız

 

Sanıyordum kendimi demin



X



Atkestanelerini geçen süvari ışıklar

 

Er-erken kaldırmış hanımellerini

 

tühallah üşüyecekler!

 

Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle

 

Esen yel!

 

Esen yel!

 

Kim gördü böyle gül yiyen horoz

 

Tanyeri kokuyor sesi…

 

Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı

 

hapiste dolmuş bir şarap şişesi

 

Öbür horozlar da ayaklanıyor

 

merdiven nakışlı ibikleriyle

 

Ve balkonlardan sarkarken

 

düşleri bebelerin

 

bir albayrak yarışı gibi

 

Horozlar nev-icad ediyorlar denizi

 

Hırsızlar!

 

Hırsızlar!

 

Ve deniz

 

levent gölgeleriyle Turgut Reis’in

 

Bütün bu dizelerden alınıyor

 

Bir ala

 

bir mora kesiyor yüzü

 

Esen yel!

 

Esen yel!

 

Bu sabah

 

bir firardır

 

kan-davasından bir çocuk

 

Kuşluk vaktine kalmadan önce

 

Güneşin kurşunlarıyla vurulacak

 

Ve akşamladı mıydı çamlar

 

ve karadı mıydı

 

Tepelerde

 

Tepelerde

 

Öyle güzel ki esen yel

 

Esen yel!

 

Esen yel!

 

Bu sabah

 

ve bu bahar

 

bir firardır

 

Baruta koşan bir fitil

 

İfil

 

İfil

 

Öyle güzel ki esen yel!

 

Esen yel!

 

Esen yel!

 

Öyle güzel

 

Öyle güzel ki

 

Esmese de

 

Esmese de

 

Güzel



XI



İçimden bir his bırakmıyor beni ölmeceye.

 

İçimden bir his.

 

Bir his ki

 

Çapraz oturmuş denizin kıyısına

 

Taş

 

Taş

 

Taş

 

Derken bir GÜNEŞ!

 

Tıpkı Üsküdarda’ki

 

Şemsi Paşa Camisi gibi.

 

Sen iskeletlerle değil diyor bana

 

Sen iskelelerle kuracaksın cesedini

 

Ve öyle köpeksin ki sen

 

Öldükten sonra bile

 

Yılmaz’ın UMUDundaki

 

Paytonların ardından

 

Koşacaksın hep

 

Geleceğe

 

Çın

 

Çın

 

Çın

 

Ve karnımın gevşemesine karşın

 

Taş..larımdaki tarçın

 

Bırakmıyor beni ölmeceye

 

Evet diyemiyorum

 

Diyemiyorum ki evet

 

O hayırlı

 

O hayırlı geceye



XII



Ben de

 

Boğaziçi de bu bahar

 

Mavi sakalına erguvanlar takmış

 

Sarhoş bir İskele Babası kadar

 

Hem delikanlı

 

hem deliler gibi ihtiyar



Can YÜCEL



BAYRAMLIK



Koyunlar keçiler ve koçlar için

 

Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı

 

Bu barış var ya, bu barış

 

Cephedekiler için o kadar barış



Can YÜCEL



Bİ DAMLACIK



Duru bir yeşildi ortalık

 

Akşam güneşi kırılmış bir mızrak boyu

 

Ve çocuk sesleriyle iniyordu ışık,

 

Ağlarda sanki dargın bir kılınç balığı

 

Pullarını döküyor üstüme

 

Bir sessizliği anlatmak için yazıldı bu şiir

 

Belki de anmak için

 

bi damlacık bir sessizliği



Can YÜCEL



BİR ÖLÜM İLANI



Zaten hayalet olan

 

Gölge yazar Oğuz’un ölümü de

 

Herhalde kendinden rivayet



Oğuz’un cenazesi mi

 

Hayret!



Hem o hiç uyumaz ki

 

Belki de ilk kez oradan

 

Kendi kendini Türkçeye çevirecek

 

Yeni dikilmiş bir kalem selviyle

 

Ya da en eski daktilosuyla gecenin

 

Yıldızları tuş



Can YÜCEL



BULUŞMAK ÜZERE



Diyelim yağmura tutuldun bir gün

 

Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek

 

Öbür yanda güneş kendi keyfinde

 

Ne de olsa yaz yağmuru

 

Pırıl pırıl düşüyor damlalar

 

Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın

 

Dar attın kendini karşı evin sundurmasına

 

İşte o evin kapısında bulacaksın beni

 

Diyelim için çekti bir sabah vakti

 

Erkenceden denize gireyim dedin

 

Kulaç attıkça sen

 

Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan

 

Ege denizi bu efendi deniz

 

Seslenmiyor

 

Derken bi de dibe dalayım diyorsun

 

İçine doğdu belki de

 

İşte çil çil koşuşan balıklar

 

Lapinalar gümüşler var ya

 

Eylim eylim salınan yosunlar

 

Onların arasında bulacaksın beni

 

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya

 

Çakmak çakmak gözleri

 

Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı

 

Herkes orda sen de ordasın

 

Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından

 

Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim

 

Özgürlüğe mutluluğa doğru

 

Her işin başında sevgi diyor

 

Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili

 

Bi de başını çeviriyorsun ki

 

Yanında ben varım



Can YÜCEL



CAN’IN MEZARTAŞI’NA



İstenmeyen o rüyanın parçasıydım

 

Hani güneş hani aydım

 

Aymazoğlu bir sarhoştum

 

Kimi dolu kimi boştum

 

Tüm maratonlarda koştum

 

Koşumların atmış hergele

 

Tavla oynar zarı gele

 

Ne met ne de cezir

 

Anam ağlar gide gide

 

Basurumdan başlar bezir

 

Taşındaydı nazım bezir

 

Bir Sultan’dan beri yesir

 

Serilmiş altına hasır

 

Orhan gibi müzmin nasır

 

Yıktın mıydı yerle yatır

 

Kalktı mıydı İsa Musa

 

Bazan uzun bazan kısa

 

Şeytan ileydi dünür

 

Kamışında bir mühür

 

Dövmeyinen dövülmüşnen

 

Dağa çıkmış gümüşliylen

 

Çıktı mıydı lamülahe

 

Her yanı dağdan lale

 

İndi miydi bir lekeyle

 

İne çıka ine çıka

 

Şiiri pençe sırtın yaka

 

Bu dünyaya baka baka

 

Zeynep’le aşktan Ayşe

 

Can olduğundan nâşe

 

Kar yağdığından meşe

 

Bakmayın bu gebeşe

 

Çıktıysa da arşa

 

Dikiynen kaşağnan

 

Kabirine mezarına

 

N’olur arazozla işe



Sonra çocuklarınki

 

Gençlerinki

 

Tekel İşçilerininki

 

Sonra, ellerin elleri…

 

Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,

 

Tutuşa tutuşa

 

Bir orman yangını gibi



Can YÜCEL



CANKURTARANLA



Yardın be cancağzım

 

Yardın sonunda şu Beyoğlu trafiğini

 

İlkyardım pamuklarıyla

 

o ölümcül acelenden

 

Korna çiçekleri açıyor şimdi

 

yaralarının üzerinde

 

Ölen yok sen gibi güzel

 

Sınıfsal ecelinden



Can YÜCEL



ÇALINDI



Kapı çalındı

 

Açmaya davranayım derken

 

Uyandım ki

 

Çamların altında yatmıyor muymuşum

 

Sırtüstü,

 

Hücum etti gözlerime

 

Göğüm mavisi



Hoş

 

Böyle de

 

Kapıyı açtım sayılır

 

Diğ mi



Aynı kapıya çıkmasa bile



Can YÜCEL



DEĞİŞİK



Başka türlü birşey benim istediğim,

 

Ne ağaca benzer ne de buluta benzer;

 

Burası gibi değil gideceğim memleket,

 

Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;

 

Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız

 

Rengi başka, tadı başka.



Can YÜCEL



DEĞİŞİM



İnce uzun bir hayvan

 

Çarpıyor

 

Çarpıyor

 

Çarpıyordu kendini taşlara.

 

Canı mı sıkılıyor

 

Can mı çekişiyordu yoksa?

 

Yok efendim dedi yanımdaki adam

 

Gömlek değiştiriyor yılan

 

Bu hallerden anlarız dedi az çok

 

Biz de sınıf değişmiştik bi zaman



Can YÜCEL



DOSTUM SAMARİPA’YA MEKTUP



Baksana Samaripa

 

Şu gümüşü bacaya!

 

Ne güzel kesmiş tenekeyi tentene!

 

Güneş de vurmuş üstüne…

 

Ve salkım salkım sakalları

 

Rüzgarda saçaklanan bir duman

 

Arkadaki Papaz Okulu’nun

 

Çamlarını çulluyor

 

Baca değil, buhurdan…

 

Alt katta da o dumanın ısıttığı suyla

 

Sakız gibi bir kız yıkanıyor

 

Ve Sakız Adası gibi köpükte

 

Yuvarlanıp gidiyor g..leri



Sevgili dostum

 

Öyle göreceğim geldi ki seni

 

Burnumda tütüyorsun…

 

Ha, onu soracaktım

 

Sen hiç lohuk yedin mi?

 

Ben ki tatlı sevmem

 

Nefis bişey



Can YÜCEL



DÖRTLÜK



Kaybederken kazanmayı şiirden öğrendim

 

Öyle bir harp meydanına döndü ki ömrüm

 

Mağlup bir şah iken gâlip bir nefer-i merkûm

 

Yürüyorum sılaya, uyağımda ölüm.



Can YÜCEL



EL TUTUŞA TUTUŞA



Ne kadar çok elimiz varmış meğer!

 

İlkin, senin elinle tutuşan benimki

 

Sonra çocuklarınki

 

Gençlerinki

 

Tekel İşçilerininki

 

Sonra, ellerin elleri…

 

Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,

 

Tutuşa tutuşa

 

Bir orman yangını gibi



Can YÜCEL



EPİGRAM



Marx’ın da pek sevdiği bir Latin sözünü anımsıyorum

 

Nihil humanum mihi alienum est

 

Bu sözün altına ben de imzamı basıyorum

 

İnsana ilişkin ne varsa kabulüm

 

Şu hümanistler hariç



Can YÜCEL



EROTİZMA



Kulağımın tozunda bir ağustosböceği Aşk

 

-Erkekler giyinmek için giyinir

 

Kadınlar da soyunmak için-

 

Öyleyse kadınların arzuları üzre

 

Ben bütün kadınları anadan doğma

 

görüyorum…

 

Apışaramda yeni doğmuş bir kedi

 

Hiçdurma yalıyor erkekliğimi

 

Nabzım şakaklarımda atıyor

 

Bir yaz yağmuru başlıyor

 

Kan değil akçıl bir dem boşalıyor

 

kamışımdan

 

Ağustosböcekleri hâlâ ötüyor

 

Şimdi biraz ıslaklar



Can YÜCEL



FİTİLLİ



İçerimde bir bokluk var

 

Yıkıyorum, yıkıyorum, yıkılmıyor



Yüzümde bir maske var

 

Çekiyorum, çekiyorum, çıkmıyor



Böğrümde bir ölü çocuk

 

Ölüyorum, ölüyorum, ölmüyor



Gözümde bir çakmak var

 

Çakıyorum, çakıyorum, çakıyor



Suratınıza!



Can YÜCEL



GÖTÜMSER



Gün gidiyor limoni, bana kalsa da nezle

 

Sümüklü deniziyle, bulut mendilleriyle

 

Hapşırdı hapşıracak burnu morarmış Kıble,

 

Yaşıycağız demek ki bir eyyam daha böyle



Dün gidiyor limoni, mükedder filleriyle



Can YÜCEL





GÜLER YÜZÜMLE

 

Viran bir rum evi adada oturduğumuz ev

 

Serinliğine serin

 

Ferah olmasına ferah ya

 

Tam bir hakuran kafesi.

 

Bu deyimi aslına döndürmek için mi nedir

 

Bir çift de kumru gelip

 

Yuva yapmış çatısına.

 

Öyle usturubunla yerleşmişler ki

 

Çürümüş tahtaların arasına

 

Dışardan görünmüyorlar hiç.

 

Yalnız

 

El-ayak çekildikten sonra

 

Derinden

 

Ve civan demlerle demlenircesine

 

Başlıyor dem çekmeleri



Benim de çökmeye yüz tutmuş

 

Şu can kafesimde

 

Kadir sevgilim Güler’e sevgim

 

ÜSKÜDARA GİDELİM diyor hala

 

ÜSKÜDARA GİDELİM



Can YÜCEL



İMANA GELDİM



Bir kız buldu beni akşam üstünde

 

Bâkire değil ama kızmış

 

Allahına kadar

 

O ne memeler o

 

O ne uyluklar o

 

Ooo

 

Hele o engebesiz aşağlara

 

İnen o göbeği o

 

O müselles o müselles o

 

Hiç ağda görmemiş ayda

 

Allahıma güzel



İşte o zaman imana geldim



Can YÜCEL



İRTİHAL



Sen ölüyorun kardeşim öldüğünü bil

 

Bile bile ve teamüden

 

Ecel öldürmez insanı

 

Kendisi öldürür

 

Vakti zamanı gelince…

 

Ben onun için yastutuyorum ya hep

 

Vakti gelmeden öldürülenlere



Can YÜCEL



İŞÇİ MARŞI



Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel

 

Dumanı dağıtacak yıldız-poyraz başladı

 

Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı

 

Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel

 

Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel



Tekliyor işte çağın çarkına okuyan çark

 

Ve durdu muydu birgün bu kör, avara kasnak

 

Bir zincir yitirenler bir dünya kazanacak

 

Sen de o dünyadansın sınıfın bil safa gel

 

Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel



Köylükler uykusunda döndü dönüyor sola

 

Güne bakıyor bebek büyüyen yumruğuyla

 

Başaklar gövderdi bak başkoydular bu yola

 

Şaltere uzanıyor allaha açılmış el

 

Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel



Can YÜCEL



İŞTE BU İŞ



Shakespeare



Beatiful is terrible

 

Terrible is beatiful demiş



Bu söz Türkçe şöyle söylenir mi acep?

 

Güzelden güzeldir gazel

 

– O düşen sonbahar yaprağı-

 

Ve müthiş



Benim şiirden anladığım işte bu iş




Can YÜCEL



İTİRAF



Nahide Hanım söyledi yine

 

Neden babama yazmışım da

 

anama şiir döktürmemişim

 

Kaç kere yazdım

 

cebimden uçup gittiler

 

Ben onyedi yaşında beni yıkayan



Anneme şiir yazacak kadar şair değilim



Can YÜCEL



KAÇAMAK



Yalnız kaldıkça, yani Güler benden kaçtıkça

 

Tekmil elektrikleri yanık bırakıyorum yirmi dört saat

 

İki radyo var ikisini de açıyorum

 

Yarım alacağıma bir bütün ekmek alıyorum

 

Bugün büyük olsun yoğurt diyorum bakkala



Gören düğün var sanır




Can YÜCEL



KAYIP ÇOCUK



Birden işitilmez olsun ayak seslerim;

 

Gölgem bir başka sokağa sapıversin;

 

Unutayım bir anda her şeyi,

 

Nerde oturduğumu,

 

Bir tuhaf adem olduğumu Can adında.

 

Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi,

 

Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;

 

Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah,

 

İlk defa görmüş gibi dünyayı,

 

Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;

 

Hatırlamam artık değil mi, dostlar,

 

Hatırlamam artık garipliğimi?




Can YÜCEL



KİBAR HIRSIZIN TÜRKÜSÜ



Anamın ipiyle indim gökdelen damınızdan

 

Kelebek gibi girdim kelebek camınızdan

 

Taksinize mülkünüze dairenize…

 

Heceleyerek üzerinde ayak ve el uçlarımın

 

Belledim seyyarenizi ve kelimelerinizi…

 

Gözlerinize baktım, mukaddes ciltlerinize, büfelerinize

 

Vesairenize…

 

Şiir fenerimle de baktım, son çığlık!

 

Aşk yokmuş sizde beş paralık!

 

Gidiyorum ben boşçakallar

 

Sıçmışım ortalık yerinize

 

Kıçımın fosforuyla aydınlanın siz artık



Can YÜCEL



KİMESNE ÖLDÜ



Onat’a merhamet değil, çok

 

acındım

 

Sanki içimden, bileğim değil,

 

Bir dal kırıldı.

 

Nerdeyse dünyaya değil,

 

İnsanlara değil,

 

Kendime sevgim azaldı.

 

Azmak için değil, öldürmek için

 

değil,

 

Kimseyi değil,

 

Zâten kimsesiz kaldım.

 

Parasız kaldım

 

At yarışında kaybetmişçesine.

 

İshak.



Can YÜCEL



KÜÇÜK KIZIM SU’YA



Bir derin uykudaydım ölümün içinden

 

Açtım ki gözlerimi

 

Bir suyun gölgesi gibi

 

Kendisi adeta bir suyun

 

Ayakucunda sen oturuyorsun



Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!



Can YÜCEL



MARE NOSTRUM



En uzun koşuysa elbet Türkiyede de Devrim,

 

O, onun en güzel yüz metresini koştu

 

En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak…

 

En hızlısıydı hepimizin,

 

En önce göğüsledi ipi…

 

Acıyorsam sana anam avradım olsun,

 

Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!



Can YÜCEL



MENAPOZ



Yardımı kesildi ya Amerikan Dostluğunun

 

Gençler, kendinize mukayyet olun!

 

Kime saldıracağı belli olmaz haaa

 

Adetten kesilmiş kibar o…punun.



Can YÜCEL



METAMOSMORİS



İlkin ELİFBA’ydı

 

Sonra ALFABE oldu

 

Derken ABeCe

 

Şimdi de A.B.D.



Can YÜCEL



MUHABBET



Bir fasulye çimleniyordu

 

Çiseledikçe yağmur.

 

Koştum vardım ki yanına

 

Anlasın ne nimet olduğunu

 

Sen git yerine! dedi Ayşa Kadın

 

Böyle kibar erkeyin ayağ’na

 

Ben kendi ayağ’mnan gelirim



Bu muhabbeti görünce uzaktan

 

Kıpkırmızı oldu biberiye



Bayram nedir ki dedim kendi kendime

 

Bayram bir ömürdür ben gibi bir deliye




Can YÜCEL



MÜLEMMA



Cemal Süreya’ya




Kaçıncı seferberliği bu şiirin

 

Fizan yemen Kokayin



Bu ters çizilmiş yürek

 

Bu götyüzü

 

Kediye verdim yemiyor

 

Kedimin adı gece



Âşık bir tosbağa sazınnan

 

Kahvesi kapandığı için

 

Uçuyor yakin bir uzaya

 

Habire



Maydanozu muyum ben papahanın

 

Neden hiçdurma dâvet ediyor beni

 

Türkçesinden tutuşmuş ormana



Pır ediyor sinir uçlarım

 

Gümlese ya

 

Ve nerde o

 

Nerde o nedircik

 

O hiç üzülmeyen nüzül



Utanmadan gülüyorum hâlâ

 

Dayamış başını sevgi duvarına

 

Amamonyak helânın



Yaşamaktan başka çarem yok ki



Topa tutmak için dostum Kristofu

 

Bütün balyemezlerimi verirdim oysa

 

Terbiyeli bir köfteye



Canfeda



Buluşuruz yarın sabah

 

Saat beşte bre timsah

 

Bre yeşil

 

Bre güneş




Can YÜCEL



ÖVGÜ



Komünizm kızılcıktır

 

Kabza iyi gelir

 

Ne güzeldir daneleri

 

Ne güzel reçeli olur

 

Şurubu da

 

Yemiştir ama yenilmiş değildir




Can YÜCEL



POETİKA



Yalnızlığı sevmiyorum

 

Yalnız kim ola ki

 

Kendim…

 

Kendimin kendini sevmiyorum

 

Kediler hariç…

 

Kahve ocakçısı olacaktım ben

 

Tuttum kavlimi

 

Yazdıklarımsa hep nafile

 

Hep nişanlı angaje ısloganlı

 

Can, diyorlar, bir kahve yap şu dümenin ağzına

 

Kallavi olsun!

 

Bende yoksa kahve, yemişçiden tedariklenip

 

Ve cazveyi ateşe sürüp, üstüne yemeni, şekerini

 

Taşırmadan pişiriyorum

 

Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan

 

Ocağımızı bucağımızı

 

Isıtamayacağımı!

 

İşte onun içinde de içim titreyerek

 

Cezvenizi sürüyorum ateşe

Can YÜCEL

 



PROVA



Hava cehennemi sıcaktı

 

Daltaşak yatıyordum sedirde

 

Bir esinti çıktı birden

 

Göğsümün kıllarını

 

Sikimin tellerini titretti.

 

Böyle olsun benim ölümüm dedim

 

Soğuktan önce serinlemek

 

Yaylı bir tambur taksimi sanki



Can YÜCEL



RAMBRANDT’IN RESMİ ÜZRE



Karanlıklar arasından bir ışın

 

Bir kadın vucuduna vuruyor

 

Aşağıdan yukarıya

 

Yıkanmak uzre

 

Geceliğini kaldırmış

 

Bacakları bütün kadınların

 

bacaklarından

 

Ama o ezele kalacak

 

O bir ışın yüzünden

 

Aydınlatan yaşamımızı

 

Aydınlatan yalnızlığımızı

 

Bir tek ışın

 

yaşasın.



Can YÜCEL



RIFAT’A



Ilgaz, Anadolu’nun sen yüce bir dağısın

 

Eteklerinde kitaplar…



Can YÜCEL



SEN SAĞ BEN SELÂMET



Kurtarıcılar kurtara kurtara

 

Kurtardılar Memleketi memleket olmaktan



Can YÜCEL



SEVGİ DUVARI



sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa

 

kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi

 

dilimizde akşamdan kalma bir küfür

 

salonlar piyasalar sanat sevicileri

 

derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni

 

yakanda bir amonyak çiçeği

 

yalnızlığım benim sidikli kontesim

 

ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık



önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi

 

aramızda görevliler ekipler hızır paşalar

 

sabahları açıklarda bulurlardı leşimi

 

öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri

 

çöpçülerin elleriyle okşardın beni

 

yalnızlığım benim süpürge saçlım

 

ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi



baktım gökte bir kırmızı bir uçak

 

bol çelik bol yıldız bol insan

 

bir gece sevgi duvarını aştık

 

düştüğüm yer öyle açık seçik ki

 

başucumda bir sen varsın bir de evren

 

saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi

 

yalnızlığım benim çoğul türkülerim

 

ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi



Can YÜCEL



SUDA



Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık,

 

Tutmuşum tutmuşum ellerinden senin;

 

Düşmüşüz yavaşça bir sâkin derenin

 

İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık.



Balıklar gibiymiş, sessiz ve karanlık,

 

Yüzermiş saçların, yüzermiş nefesin;

 

Susarmışız öyle, bir sâkin derenin

 

İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık.



Can YÜCEL



ŞİİR DİKENİ



Safo’ya




Sözler uçuşuyor

 

Ben ardından hezarfen

 

Yere indirip sözleri

 

Toprağa dikiyorum

 

Yediveren şiirler açıyorlar

 

Dikeni sikeyim



Can YÜCEL

 

TAKSİM MİTİNGİNDEN İZLENİM



Milletçe

 

Aklanmaya da

 

Paklanmaya da

 

Çivit

 

Çivit

 

Çivit

 

Çivit

 

Çivit

 

Çivit

 

Çivit

 

Çivit

 

Çivit

 

Çivit

 

ÇİVİT MAVİSİ



Can YÜCEL



UKTE



Dünyamın güzeli martılar

 

Sizden nasıl da yok yere korkmuşum

 

Kaşık Ada’nın orda!

 

Dalın üstüme dalın

 

Vurun beni, urun

 

Denizanası kokan gagalarınızla!

 

Ah sizden ben nasıl da yok yere korkmuşum!

 

Bilmiyordum ki çünkü

 

Ben hem balığım hem kuşum

 

Ben ama hala anlayamıyorum ki

 

Bunca zaman niye sizden ayrı oturmuşum



Can YÜCEL



VE KOMİSER KOLOMBO



Haldun Taner’e




Vay hafiye rüzgar vay!

 

Sıcakların nereye taşındığını

 

efendice tahkike yanaşmış

 

Hafiften zatülcenp muşambasıyla

 

Havadan sudan

 

dereden tepeden

 

hoşbeşti derken

 

sabah beri

 

Yaprak izlerini alıyor çınarın

 

Yandın çavuş yandın!



Böyle bir sonbahar iptidasında

 

Tutuklanmıştı zavallı Amerika’da




Can YÜCEL



YAPRAKTI



Bir başka yolculuk dalından düşmek yere,

 

Yaşadığından uzun;

 

Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere.



Ağacın yüksekliğince,

 

Dalın yüksekliğince rüzgarda;

 

Ve bir yeni ö’mü’r

 

Vardığın çimen yeşilliğince.



CAN YÜCEL



20 YAŞ 35 YAŞ 40 YAŞ VE BUGUNKİ BEN



-Şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim- diye düşündüm.

 

Mutfak işinden de anlarım.

 

Donattım sofrayı.

 

Bayağı uğraştım.

 

Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim.

 

Bayağı da para gitti.

 

Birinin yediğini öbürü yemez.

 

Ötekinin içtiğini beriki içmez.

 

Dört kişilik sofra kurdum.

 

Mumları da yaktım.

 

Bak hepsi, Erick Satie severdi.

 

Hatırladım.

 

Müziği de ayarladım.

 

Geldiler.

 

20 yaşında ben,

 

35 yaşımda ben,

 

40 yaşımda ben ve

 

bugünkü ben dördümüz.

 

Birden 20 yaşımı, 35 yaşımın karşısına oturttum.

 

40 yaşımın karşısına da, ben geçtim.

 

Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.

 

Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.

 

Yatıştırayım dedim.

 

-Sen karışma moruk- dediler. Büyük hır çıktı.

 

Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.

 

Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.

 

Evin de içine ettiler.

 

Bende kabahat.

 

Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine…



CAN YÜCEL



 

Ölüm ve oğlum



Ne yaman çiğköfteymiş ki bu ölüm

 

Şalgam suları iniyor şakaklarımdan

 

ben hala susuyorum

 

Gözlerimle taşlarcasına bir kör kuyuyu…

 

Nerde kaldı bire saka kuşu

 

Su gibi bildiğin o su kasidesi?

 

Ve dudaklarımı sevsinler

 

bir barut bulutuyla sanki

 

ortadan biçilmiş bir güneş

 

Aynı çığlığı mı ezberleyecek dersin

 

akşamcılar akşama tövbe edinceye dek

 

Düzayaktı Attar A’met Efendiden Kartal Baba Tekkesine

 

Bu seferki yolum ise

 

ardımdan gelen kolun

 

ölüsıra yürüyen

 

kilden, kirloz bir bayrak

 

epiy de yokuş üstelik

 

ve giderayak

 

Sırtına vurmuş yada

 

buruşuk bir şipka biberini

 

Meyvahoşa koşturuyor

 

mork çizmeleriyle bir kırkayak

 

Nasıl koşturduysa tulumbacılar eskiden

 

yeşil karga tulumbalarını yangına

 

Yandım diye böğürmüşüm

 

Böğrüm yiyince böğrümden

 

o çiğköfteyi

 

YANDIM

 

Öylebi kuşaktık ki biz oğlum

 

yine de sen ölüyorsun

 

boynuna sarılınca ben

 

Ve o domuz var ya İncildeki

 

cümle günahı yüklenip

 

uçuruma atlayan domuz

 

Biz öyle bilem olamıyoruz…

 

Meşksiz aşklarla senlerin

 

başına tacettiğimiz

 

o güzelim elmayı

 

Utanmadan o ulusal

 

akbabamıza sunuyoruz

 

kellerinizle birlikte

 

Bu gidişle korkarım

 

bi tek ses kalacak bizden

 

tıkırtısı farenin

 

Kendi tahta kuyruğunu kemiren

 

Cama vurulmuş güneş kırıldı

 

Nar daneleri döküldü suya

 

Yandım diye böğürüyorum

 

Ama bu kırkayak oynunda

 

Öyle yakın ki ölümle oğlum

 

Uyak oluvermişler adeta

 

Ben ne demeye hala

 

Sözümona bir inci gibi

 

Acının yanardağ bardağında

 

Kendi kendime eriyim?

 

Oysa bu

 

dünya

 

denen ağacın

 

Türkiye denen çatağında

 

Öyle bir oğul var ki oğul

 

Ölüme değil, ölüme

 

Yaşanmaya bi ölüm bal

 

Cama vurulmuş güneş kırıldı

 

Nar daneleri döküldü suya

 

Gayrı adam oldu diye babam

 

Oğlum beni sevse ya

CAN YÜCEL

 



Bir eşi olmalı insanın:



Bakarken yüreğinin kabardığı, gözlerinden gözlerine yüreğinin aktığı…

 

Âşık olduğu bir eşi olmalı!

 

Sabah gözlerini açtığında, yanında olduğunu görüp, şükürler etmeli Yaradan’a.

 

Koklamalı saçlarını uyuyan eşine şefkatle bakıp, usulca dokunmalı yüzüne,

 

Bir eşi olmalı insanın:

 

Varlığını hissedebilmek için parmakları titremeli, incitirim korkusuyla.

 

Sürekli çağlayan bir pınar olmalı gönlü.

 

Kramplar girmeli midesine, onsuzluk aklına geldikçe!

 

Bir eşi olmalı insanın:

 

Rüzgâr onun kokusunu getirmeli, yağmur onun sesini.

 

Elleri yanmalı ellerini tutabilmek için.

 

Akşam onu görecek diye, pırpır etmeli yüreği. Kelebekler gibi olmalı insanın kalbi.

 

Ayakları birbirine dolaşmalı heyecandan, eve dönerken eşi.

 

Beklemek asırlar gibi uzun gelmeli.

 

Gelişi ile sonsuz bir nur dolmalı içine.

 

Bir eşi olmalı insanın:

 

Yüzüne baktığında, konuşmadan anlamalı derdini, tasasını, öfkesini, sevincini, coşkusunu…

 

Güven duymalı, her şeyiyle.

 

Başını göğsüne koyup, huzurla uyuyabilmeli, tüm düşüncelerinden arınmış olarak.

 

Babası, abisi, arkadaşı, dostu, sırdaşı, anası, çocuğu olmalı…

 

Şımarabilmeli yanında. Kıskanılmalı zaman zaman da…

 

Bir eşi olmalı insanın:

 

Sabah yolcularken işine, içi acımalı, daha yollarken özlemeye başlamalı.

 

‘Seni şimdiden özledim.’

 

Bir eşi olmalı insanın:

 

Akşam dönüşünü beklemeli sabırsızlıkla.

 

Gözleri yollarda kalmalı ve kapıyı çalmadan açmalı.

 

Aşkla karşılamalı, hasretle sarılmalı boynuna, özlemle koklayıp öpmeli, yıllarca uzak kalmışçasına!

 

Bir eşi olmalı insanın:

 

Her günü bir başka güzel olmalı yaşamın;

 

bir başka özel, bir başka soluklanmalı her anında.

 

Verdiği hiç bir şeyin yeterli olmadığını düşünüp, kahrolmalı,

 

daha fazla ne yapabilirim diye düşünmeli.

 

Bir eşi olmalı insanın:

 

Cennetten köşe almışçasına: Sevdiği, sakındığı, bakmaya kıyamadığı.

 

Her bir hücresinden aşkın fışkırdığı.

 

Çölde okyanusu yaşadığı bir eşi olmalı insanın.

 

Ben seni ölene dek seveceğim boş laf!!!

 

Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim…



CAN YÜCEL



Biraz değiştim,



Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar

 

Değiştim

 

Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,

 

Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni

 

Ben benimle savaşıyorum,

 

Seninle değil

 

Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,

 

ne kazanabileni ne de kaybedeniyim

 

Sorun değil

 

Elbet Alışırım

 

Biraz alıştım.

 

Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar

 

Alıştım!

 

Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarım

 

Ve çokluğunu da, yokluğunu da istemediğim

 

iki arada bir derede duyguya alışıyorum

 

Bir yanım bırak diyor bir yanıma,

 

Diğer yanım kesin değil! Henüz tanıştık

 

Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar

 

Tanıdığımı sandığım bana daha yakınım artık

 

Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda

 

Ve aynalarda ağlarken gördüklerim kendi tarafımda

 

Bir yanım memnun oldum diyor,

 

bir yanım tanıyamadım daha

 

Samimi değil

 

Bir hayli kırıldım

 

Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar

 

Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime

 

Gözlerimden tut da ciğerlerime kadar kırgınım

 

Aslında ne sana, ne olanlara

 

Kendime kırgınım!..

 

Maziye hiç değil, âna kırgınım

 

Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına

 

Dinlediğim şarkılarda bana seni anımsatan şarkıcılara

 

Beni anladığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşuna

 

Bir hayli kırgınım

 

Beni ben kırdım oysa

 

İyi değilim.

 

Galiba yoruldum

 

Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar

 

Kalbime, kalbimi kanıtlamaktan

 

Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan

 

Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum.

 

Aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum!..

 

Sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum.

 

Şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık

 

Ki seni sorgulamamasını nasıl beklerim?!..

 

Toprağa bakan yanım senden zaten ayrı

 

Sana bakan yanımsa toprakla aynı

 

Hıh! Ne yaparsan yap, gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin!

 

Gözlerim yorgun

 

Dudaklarım, dudaklarım hissiz

 

Dokunulmadan geçen yıllar bana çok ağır

 

Sarılmadan geçip giden uğurlamaların, kavuşmaları hep beklentisiz

 

Söyleyemediklerini söylesen de şimdi

 

Sesine aşina yanım, onca sessizlikten sonra artık sağır!

 

İsteyerek değil

 

Çok çalıştım

 

Paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine

 

Beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine

 

Ve bende bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen,

 

Gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için çok çalıştım.

 

Daha önce de gitmiştim

 

Kendi isteğimle

 

Anladım ki daha önce sevmemiştim!

 

Çok çalıştım inan

 

Değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye

 

Her defasında daha da tozlanan canımı kırmadan korumaya

 

Ve alışmaya kendime

 

Bu göz gözü görmez dumanlı halime

 

Çok alışmaya çalıştım hem de çok.

 

Tanıştım seninle doğan yanımla da, ölen yanımla da

 

Birini yaşattım! Yaşatıyorum da hala

 

Ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum.

 

Yorulmak, dinlenmekten geçmiyor

 

An be an çöküyor, insanın içindeki güç

 

Işığı sönüyor

 

Beyaza dönüyor rengi git gide

 

Hissizleşiyor.

 

Ne yormak istedim Seni,

 

Ne de yormak kendimi

 

Çok çalıştım

 

Gitmeye de kalmaya da

 

İkisi de aynı acı, ikisi de rezil

 

Daha önce de gitmiştim

 

Ama böyle kalarak değil

 

Böyle kalarak değil.



CAN YÜCEL



UNUTMA



Yüreğinde bir ismin imzası var

 

Ve sen onu silemezsin

 

Söküp atamazsın ne kadar uğraşsan da

 

Seninle beraber büyür ıcındekı sızı

 

İlk önce onu hissedersin başkasına dokunduğunda

 

Unutma!

 

Bir kere sevdin mi uzun uzun yanarsın

 

Sitemler.. öfkeler birikirken içinde

 

Sen azalırsın.

 

Dilinde küfür elinde kadeh eksik olmaz

 

Günler böyle geçer. alışırsın…

 

Unutma!

 

Sabahlar artık gecikir.

 

İster sağa dön ister sola

 

Gözüne uyku değil gidenin hayali gelir…

 

Kendini şiirlere verirsin

 

Elin sigaraya gider her on dakika da bir

 

Fena zehirlenirsin.

 

Unutma!

 

Bir süre güvenmeyeceksin kimseye

 

Kendine sığınacaksın

 

Aşk konuşulduğunda sen susacaksın

 

Of’larla ah’larla başlayacaksın her cümleye

 

Çevrende senden başka herkes haksız olacak

 

Senin haklılığınsa çaresiz gidecek çöpe..

 

Unutma!

 

Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın

 

Biri seni bulacak…

 

Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan

 

Biraz ürkeceksin.

 

Ne kadar dirensen de nafile

 

İnsansın sonuçta seveceksin….

 

Eski acılara bakıp da küsme sevdalara

 

Gavura kızıp da oruç bozulmaz

 

Sök at kafandan acaba’ları!

 

Bir kemik aynı yerden

 

İki defa kırılmaz..

 

Artık kararmaz gecelerin.

 

Bir daha yaşlar akmaz gözünden.

 

Sabahların gecikmez.

 

Kim bilir ağladığın günlere gülersin

 

Bir defa öldün ya zamanında?

 

Bir daha ölmezsin…



CAN YÜCEL



SENİNLE YAŞLANMAK İSTİYORUM



Seneler Geçsin,

 

Sen Beni bil ben seni bileyim istiyorum.

 

Benim olduğun kadar dostlarının,

 

Dostlarının olduğun kadar benim ol istiyorum.

 

Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.

 

Yaşayalım ki, Öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı.

 

Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız.

 

Sen çok dertlenip, içip arkadaşlarınla eve gelmelisin.

 

Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız.

 

Öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.

 

Yaşayalım ki ,paramız olunca sevinelim.

 

Güzel günlerimizi, evimizde, bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız.

 

Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek.

 

Böylece yaşamalıyız işte.

 

Sonra çocuklarımız olmalı,

 

Düşünsene senin ve benim olan bir canlı.

 

Geceleri ağladıkça sırasıyla susturmalıyız.

 

Sen arada mızıkçılık yapmalısın.

 

Ve ben söylenerek sıranı almalıyım.

 

Yorgun olduğum için

 

yemek

 

yapmamalıyım,

 

Söylenerek yumurta kırmalısın.

 

Hava

 

soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.

 

Zaman su gibi akıp giderken,

 

Her şey yaşanmış bir hayatımız olmalı.

 

Her şeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden.

 

Mutluda olsa, Kötüde olsa,

 

Yaşadığımız günler bizim günlerimiz olmalı.

 

Saçlara düşünce yada gidince aklar,

 

Çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehirden.

 

Kavgasız, Her sabah cinayetle uyanılmayan,

 

Sessiz bir yere gitmeliyiz.

 

Geceleri balkonda denizi seyredip,

 

Sandalyelerimizde sallanmalıyız.

 

Eve gelip benden

 

kahve istemelisin.

 

Çocuklar gelmeli ziyaretimize,

 

Geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız.

 

Öyle sevmelisin ki beni,

 

Bu yazdıklarım korkutmamalı seni,

 

Tebessümler açtırmalı yüzünde.

 

Bir gün bu hayatı bırakıp giderken,

 

Sadece mutluluk olmalı yüzümüzde

 

Birbirimiz sevmenin gururu olmalı

 

Her şeyde.



CAN YÜCEL