Yazmak istersin. En can alıcı sözcük başta mı olmalı, sona mı saklamalı merakı artırmak için? Sona doğru itelerken ruhundan parçaların can çekişlerini izlemek daha mı arttırır merakı? Yorgun atların yeri yılkıdır. Heyecanlı kanatların gideceği yer aydınlık ülkedir.
Sevgili, ey sevgili, en sevgili! Nihai umutların elbet derdets olduğu zamanlar bulunur. Fecrin aydınlığından önce gecenin en karanlık anı sobeler geceyi. İşte o an sobelendiğinden habersiz karanlığın ipliği pazara çıkar. İşte o an sabahın yükselen ayak sesleri duyulur etrafta. Keder ile kader aynı karındaş mı sanırsın? Gerektiğinde kederin üstünde bir kaderi çizecek kalem bulunur elinde. O kalemin cıvıltıları sabahın ilk ışıklarıyla sobelenen geceyi alkışlar. Sonuçta saklanan da oyunun parçasıdır, sobeleyen de oyunun parçasıdır.
Sevgili, ey sevgili, en sevgili! Ali Rıza Binboğa diyor ya:
“Ağlamak yok, gülmek var.
Düşmanlık yok, dostluk var,
Yarınlarda seni sevmek var,
Yarınlarda mutlu günler var,
Yarınlar benim, yarınlar senin.”
Her gecenin sabahı gibi, her karanlığın da aydınlığa gebe nice devinimleri var. Bu şehrin taş yürekli insanlarını yumuşatacak nefeslere ihtiyacı var senin gibi. Bu şehrin ışıkları sokak lambalarına dönmeden önce gel. Sokak lambasının ışığında gölgemi unutuyorum. Unutulan gölgemin peşinden tekrar koşuyorum. Kavuşamadığım gölgemin sarmalında gücümü yitirmekteyim.
Sevgili, ey sevgili, en sevgili! Sokakların kaldırım taşları soğuk. İçimi soğutan acımasız zamanın günahları mıdır dersin. Her adımda bir gayya kuyusu bitiveriyor. Fonetik bir şarkının ahengi gibi içine çekmek istiyor. Gölgelerin içine düştüğü gayya kuyuları hepsi. Zincire vurulmuş sözcüklerin, kelepçelenmiş ruhların paslanmış akisleri dem vuruyor. Bir alevin ardında bekleyen asker gibi, görevi sonlanmış bir memur gibi, ömrü tamamlanmış bir tabut gibi gölgenin anlamını yitirdiği nice akisler kovalıyor aydınlığı. Sözlerden iğrenmeli mi, yoksa sözleri arzulamalı mı? Hangi imgelemin gücü içimizdeki ruhun bitmeyen akislerini yer yüzüne çıkartabilir, gayya kuyusundan kurtulmasına vesile olabilir?
Sevgili, ey sevgili, en sevgili! Zaman gelir var oluş insana yük gelir, ölümse cılız bir temenni. Gençliğe adanmış hazinelerin bile anlamı kalmaz buralarda. Bir tebessüme servet yüklenir de, bir gözyaşına hangi baykuşun kanadı teselli olur? Ve bir sabah, baykuşun iniltileri arasından yükselen kartalın silkelenmesini duyacaksın. Sokakların lambaları kendinden geçecek. Direklerin gözbebekleri sönecek. Sönmeli ki, gayya kuyularının sobelemeleri son bulsun. Rüzgarın ardında bekleyen ayak sesleri işitilsin.
Sevgili, ey sevgili, en sevgili! Nasıl ki zaman değirmense, insan da bu değirmenin rüzgarıdır. Yeri gelir öğütülen olur. Yeri gelir öğüten olur alabildiğine. Halikarnas Balıkçısı’nın dediği gibi:
“Kimin haddine düşmüş zamanı öldürmek. Zaman, kıymetini bilmeyenleri öldürür.”
Sevgili! Mazinin unutulmaz gürültüleri arasından yükselen geleceğin ışıltılarını gör. Öğütülmemek için bir hamleyle kendini yana atan taneler gibi var oluşla, yok oluşun kavgasında bul kendini. Kulakları sağır eden gürültüler arasında sönen sokak lambalarının gidişine hayıflanma. Bilmelisin ki, yerini alacak güneşin şalkıdır. İşte hakiki sonsuzluğun farkıdır. Necip Fazıl demiş ya:
“Ben gideyim yol gitsin. ben gideyim yol gitsin,
İki yanımdan aksın sel gibi fenerler,
tak, tak ayak sesimi aç köpekler işitsin,
Yolumun zafer Takı, gölgeden taş kemerler.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…”
Bilirsin ki sevgili, her ölüm bir doğumdur. Karanlıkların fecre döndüğü yerde bekle beni.
Gayya kuyularının yanında değil, lambaların gölgesini kovaladığı yerde bekle beni.
Değirmenin hışmından kurtulan tanelerin gözbebeklerinde bekle beni.
Yel gibi bekle, sel gibi bekle.
Al al yanaklarınla, güneşi kıskandıran enerjinle bekle beni.
İşte sevgili Barış Manço’nun dönencesi gibi kıvrımlarında dünyanın asıl gerçekliğini yaşamaktayız.
Boyalı bebeklerin dökülen gözyaşlarına aldırmadan gayya kuyularının gölgesine aldanmadan, sönen sokak lambalarının arsızlığına kanmadan, bir kartal bakışı, bir burgut ihtişamıyla yükseleceksin.
Süleyman Yüksel