Hasan Hüseyin Korkmazgil

Hayatı

Hasan Hüseyin Korkmazgil



Doğum 1927 Gürün, Sivas
Ölüm 26 Şubat 1984 Ankara
Defin yeri Karşıyaka Mezarlığı, Ankara



Hasan Hüseyin Korkmazgil (d. 1927 – ö. 26 Şubat 1984), toplumcu-gerçekçi şiirin önde gelen temsilcilerinden biri olan Türk şairdir.



Hayatı
1927’de Sivas’ın Gürün ilçesinde doğmuştur. Hasan Hüseyin, Adana Erkek Lisesini 1948’de, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nü 1950’de bitirdi. Öğretmenliğe Göksun’da başladı. Siyasi eylemleri gerekçesiyle öğretmenlikten atıldı, tutuklandı, hüküm giydi. 1955-1960 yılları arasında Gürün ve Sivas’ta arzuhalcilik, tabela ve portre ressamlığı, inşaat işçiliği yaptı.
1960’ta İstanbul’a, sonra Ankara’ya yerleşti. Akis dergisinde çalıştı. Bir süre de Forum dergisinin sanat sayfalarını yönetti (1968-1970). Kızılırmak adlı kitabı nedeniyle hakkında komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla dava açıldı, 3 yıla mahkûm edildi ve aklandı.
Lise yıllarında şiir yazmaya başlayan Hasan Hüseyin’in ilk şiiri 1959’da Dost dergisinde çıktı. Bu yıllarda mizahi hikâyeleri de yayınlandı. Kavel (1963) adlı kitabı ile 1964 Yeditepe Şiir Armağanı’nı, Kızılkuğu (1971) ile TRT’nin 1970 Sanat Başarı Ödülü’nü, Filizkıran Fırtınası (1981) ile 1981 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü’nü ve Nevzat Üstün Şiir Ödülü’nü aldı.

Uşaklı edebiyat öğretmeni olan Azime Karabulut’la tanışması 1963 yılına rastlar. Azime Karabulut evlidir ve iki çocuk annesidir. Radyodan Nazım Hikmet’in ölüm haberini alır ve sarsılır. şiirlerini Nazım Hikmet’e benzettiği Hasan Hüseyin Korkmazgil için de endişelenir. Ya onun da başına bir şey gelirse kaygısıyla 5 haziran 1963 günü iki çocuğun elinden tutarak Ankara’da soluğu alır. Ama Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şehir dışında olduğunu öğrenir. Geri döner. Bir ay sonra Uşak’a ilk mektup gelir. İkinci mektup ve sonrasında diyalog güçlenir. Azime eşinden boşanır ve 1964’te Hasan Hüseyin Korkmazgil’le evlenir. Temmuz isimli oğlu 1965’te dünyaya gelir.


Şair 1983’te beyin kanaması geçirdikten sonra bir yıl bitkisel hayatta yaşadı. 26 Şubat 1984’te evinde yaşama gözlerini yumdu. Maltepe Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verildi.

 


Hasan Hüseyin Korkmazgil’in eşi Azime Korkmazgil’den “Bir Oğlum Olacak Adı Temmuz” şiirinde adı geçen Temmuz Korkmazgil (1965) isimli bir oğlu vardır.

 



Eserleri
Şiir
Kavel (1963)
Temmuz Bildirisi (1965)
Kızılırmak (1966)
Kızılkuğu (1971)
Ağlasun Ayşafağı (1972)
Oğlak (1972)
Acıyı Bal Eyledik (1973)
Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin (1974)
Koçero Vatan Şiiri (1976)
Haziran’da Ölmek Zor (1977)
Filizkıran Fırtınası (1981)
Acılara Tutunmak (1981)
Işıklarla Oynamayın (1982)
Tohumlar Tuz İçinde (1988)
Kandan Kına Yakılmaz (1989)
Mizahi Hikâye
Mizah dergilerinde yayımlanmış mizah hikâyelerinden bir kısmını Hüseyin Korkmazgil adıyla yahut sadece Korkmazgil soyadını kullanarak, üç kitapta derledi:
Öhhöööö! (1964)
Made in Türkey (1970)
Bıyıklar Konuşuyor (1971)
Gezi
Bağdat Basra Yollarında (1974)
Çocuk Kitapları
Eşeğin Gözyaşları
Aşıcı Baba
Ormanın Öcü
Ressamın Bıldırcınları
Becerikli Çocuğun Düşleri

 

Şiirleri

 

    • Acıyı Bal Eyledik
    • Haziranda Ölmek Zor
    • Benden Bilmeyin
    • Acılara Tutunmak
    • Akarsuya Bırakılan Mektup
    • Amenna
    • Filizkıran Fırtınası
    • Işıklarla Oynamayın
    • Kerbela Uzak Değil
    • Masal Kokusu
    • Oranlama
    • Kızılırmak

 

 

ACIYI BAL EYLEDİK

 

«Pir Sultan Ölür Dirilir»

 

Bak şu bebelerin güzelliğine

 

Kaşı destan

 

Gözü destan

 

Elleri kan içinde

 

Kör olasın demiyorum

 

Kör olma da 

 

Gör beni

 

Damda birlikte yatmışız

 

Öküzü hoşça tutmuşuz

 

Koyun değil şu dağlarda

 

San kendimizi gütmüşüz

 

Hor baktık mı karıncaya

 

Kırdık mı kanadını serçenin

 

Vurduk mu karacanın yavrusunu

 

Ya nasıl kıyarız insana

 

Sen olmasan öldürmek ne

 

Çürümek ne zindanlarda

 

Özlem ne ayrılık ne

 

Yokluk ne yoksulluk ne

 

İlenmek ne dilenmek ne

 

İşsiz güçsüz dolanmak ne

 

Gün gün ile barışmalı

 

Kardeş kardeş duruşmalı

 

Koklaşmalı söyleşmeli

 

Korka korka yaşamak ne

 

Kahrolasın demiyorum

 

Kahrolma da

 

Gör beni

 

Kanadık toprak olduk

 

Çekildik bayrak olduk

 

Döküldük yaprak olduk

 

Geldik bugüne

 

Ekmeği bol eyledik

 

Acıyı bal eyledik

 

Sıratı yol eyledik

 

Geldik bugüne

 

Ekilir ekin geliriz

 

Ezilir un geliriz

 

Bir gider bin geliriz

 

Beni vurmak kurtuluş mu

 

Kör olsanı demiyorum

 

Kör olma da

 

Gör beni

Hasan Hüseyin KORKMAZGİL



HAZİRANDA ÖLMEK ZOR



Orhan Kemal’in Güzel Anısına




İşten çıktım

 

Sokaktayım

 

Elim yüzüm üstümbaşım gazete



Sokakta tank paleti

 

Sokakta düdük sesi

 

Sokakta tomson

 

Sokağa çıkmak yasak



Sokaktayım

 

Gece leylâk ve tomurcuk kokuyor

 

Yaralı bir şahin olmuş yüreğim

 

Uy anam anam

 

Haziranda ölmek zor!

 

Havada tüy havada kuş

 

Havada kuş soluğu kokusu

 

Hava leylâk ve tomurcuk kokuyor

 

Ne anlar acılardan/güzel haziran

 

Ne anlar güzel bahar!

 

Kopuk bir kol sokakta çırpınıp durur



Çalışmışım onbeş saat

 

Tükenmişim onbeş saat

 

Acıkmışım yorulmuşum uykusamışım

 

Anama sövmüş patron ter döktüğüm gazetede

 

Sıkmışım dişlerimi

 

Islıkla söylemişim umutlarımı

 

Susarak söylemişim

 

Sıcak bir ev özlemişim

 

Sıcak bir yemek

 

Ve sıcacık bir yatakta

 

Unutturan öpücükler

 

Çıkmışım bir kavgadan

 

Vurmuşum sokaklara



Sokakta tank paleti

 

Sokakta düdük sesi

 

Sarı sarı yapraklarla birlikte sanki

 

Dallarda insan iskeletleri



Asacaklar aydemir’i

 

Asacaklar gürcan’ı

 

Belki başkalarını

 

Pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim

 

Dökülüyor etlerim sarı yapraklar gibi



Asmak neyi kurtarır

 

Sarı sarı yaprakları kuru dallara?

 

Yolunmuş yaprakları kırılmış dallarıyla

 

Ne anlatır bir ağaç

 

Hani rüzgâr hani kuş

 

Hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?



Asılmak sorun değil

 

Asılmamak da değil

 

Kimin kimi astığı

 

Kimin kimi neden niçin astığı

 

Budur işte asıl sorun!



Sevdim gelin morunu

 

Sevdim şiir morunu

 

Moru sevdim tomurcukta

 

Moru sevdim memede ve öptüğüm dudakta

 

Ama sevmedim, hayır

 

İğrendim insanoğlunun yağlı ipte sallanan morluğundan!



Neden böyle acılıyım

 

Neden böyle ağrılı

 

Neden niçin bu sokaklar böyle boş

 

Niçin neden bu evler böyle dolu?

 

Sokaklarla solur evler

 

Sokaklarla atar nabzı kentlerin

 

Sokaksız kent

 

Kentsiz ülke

 

Kahkahanın yanıbaşı gözyaşı

 

İşten çıktım

 

Elim yüzüm üstümbaşım gazete

 

Karanlıkta akan bir su Gibi vurdum kendimi caddelere

 

Hava leylâk ve tomurcuk kokusu

 

Havada köryoluna

 

Havada suçsuz günahsız gitme korkusu

 

Ah desem eriyecek demirleri bu korkuluğun

 

Oh desem tutuşacak soluğum



Asmak neyi kurtarır öldürmek neyi

 

Yaşatmaktır önemlisi güzel yaşatmak

 

Abeceden geçirmek kıracın çekirgesini

 

Ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak



Ah yavrum

 

Ah güzelim

 

Canım benim / sevdiceğim bitanem

 

Kısa sürdü bu yolculuk

 

N’eylersin ki sonu yok!

 

Gece leylâk ve tomurcuk kokuyor

 

Uy anam anam

 

Haziranda ölmek zor!



Nerdeyim ben

 

Nerdeyim ben nerdeyim?

 

Kimsiniz siz

 

Kimsiniz siz kimsiniz?

 

Ne söyler bu radyolar

 

Gazeteler ne yazar

 

Kim ölmüş uzaklarda

 

Göçen kim dünyamızdan?



Asmak neyi kurtarır öldürmek neyi?

 

Yolunmuş yaprakları ve kırılmış dallarıyla bir ağaç söyler hangi güzelliği?



Kökü burda yüreğimde

 

Yaprakları uzaklarda bir çınar

 

Islık çala çala göçtü bir çınar

 

göçtü Memet diye diye

 

Şafak vakti bir çınar silkeledi kuşlarını

 

güneşlerini:

 

«Oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, Memet,

 

Memet!»

 

gece leylâk ve tomurcuk kokuyor

 

Üstümbaşım elim yüzüm gazete

 

Vurmuşum sokaklara

 

Vurmuşum karanlığa

 

Uy anam anam

 

Haziranda ölmek zor!



Bu acılar

 

Bu ağrılar

 

Bu yürek

 

Neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar

 

Bu ağaçlar niçin böyle yapraksız

 

Bu geceler niçin böyle insansız

 

Bu insanlar niçin böyle yarınsız

 

Bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

 

Kim bu korku

 

Kim bu umut

 

Ne adına

 

Kim için?



«Uyarına gelirse

 

Tepemde bir de çınar»

 

Demişti on yıl önce

 

Demek ki on yıl sonra

 

Demek ki sabah sabah

 

Demek ki «manda gönü»

 

Demek ki «şile bezi»

 

Demek ki «yeşil biber»

 

Bir de memet’in yüzü

 

Bir de güzel istanbul

 

Bir de «saman sarısı»

 

Bir de özlem kırmızısı

 

Demek ki göçtü usta

 

Kaldı yürek sızısı

 

Geride kalanlara

 

Nerdeyim ben

 

Nerdeyim?

 

Kimsiniz siz

 

Kimsiniz?



Yıllar var ki ter içinde

 

Taşıdım ben bu yükü

 

Bıraktım acının alkışlarına

 

3 haziran ’63’ü



bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta

 

Bir kırmızı gül dalı

 

Eğilmiş üzerine

 

Yatıyor oralarda

 

Bir eski gömütlükte yatıyor usta

 

Bir kırmızı gül dalı

 

Eğilmiş üzerine

 

Okşar yanan alnını

 

Bir kırmızı gül dalı nâzım ustanın



gece leylâk ve tomurcuk kokuyor

 

Bir basın işçisiyim

 

Elim yüzüm üstümbaşım gazete

 

Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların

 

Şuramda bir çalıkuşu ötüyor

 

Uy anam anam

 

Haziranda ölmek zor!



Hasan Hüseyin





1963’lerde yaşanılanları ben, ancak böyle dökebildim 1976’larda şiire.

 

Onüç yılda özümsemişim o olayları, onüç yıl sonra damıtabilmişim. O günleri yaşayıp da ozanlığa soyunanlar, elbette ki benden daha iyi yapabileceklerdir bu işi. “El elden üstündür, taa arşa kadar” demiş eskiler.



Hasan Hüseyin KORKMAZGİL



BENDEN BİLMEYİN



istanbul’da bir fabrika

 

Fabrikayı ben koymadım oraya

 

Ben diyorum ki size

 

İstanbul’da bir fabrika



fabrikayı işçiler çalıştırır

 

işçileri bir milyoner

 

ben diyorum ki size

 

fabrikayı işçiler çalıştırır



grev gittikçe büyüyor

 

grevi ben istemiyorum

 

ben diyorum ki size

 

grev gittikçe büyüyor



bini boşaldıkça biri doluyor

 

binini ben boşaltmıyoum

 

ben diyorum ki size

 

bini boşaldıkça biri doluyor



bu düzen beyler düzeni

 

bu düzeni ben yapmadım

 

ben diyorum ki size

 

bu düzen beyler düzeni



ortalık gitgide karışıyor

 

ortalığı karıştıran ben değilim

 

ben diyorum ki size

 

ortalık gitgide karışıyor



Birgün kıyamet koparsa

 

Kıyamet kopsun istemiyorum

 

Ben diyorum ki size

 

Birgün kıyamet koparsa

 

Gençler kuytularda öpüşüyorlar

 

Marulun vakti geçti

 

Şimdi karpuzlar kızaracak

 

Ardından fındık fıstık

 

Ardından ayva

 

Ayvayı sarartan ben değilim

 

Ben diyorum ki size

 

Gençler kuytularda öpüşüyorlar

 

Ayvanın vakti



Hasan Hüseyin KORKMAZGİL



ACILARA TUTUNMAK



Acı çekmek özgürlükse

 

Özgürdük ikimiz de

 

Oyuvasız çalıkuşu

 

Bense kafeste kanarya

 

O dolaşmış daldan dala

 

Savurmuş yüreğini

 

Ben bölmüşüm yüreğimi

 

Başkaldıran dizelere



Kavuşmak özgürlükse

 

Özgürdük ikimizde

 

Elleri çığlık çığlık

 

Yanyana iki dünya

 

İkimiz iki dağdan

 

İki hırçın su gibi

 

Akıp gelmiştik

 

Buluşmuştuk bir kavşakta

 

Unutmuştuk ayrılığı

 

Yok saymıştık özlemeyi

 

Şarkımıza dalmıştık

 

Mutluluk mavi çocuk

 

Oynardı bahçemizde



Aramakmış oysa sevmek

 

Özlemekmiş oysa sevmek

 

Bulup bulup yitirmekmiş

 

Düşsel bir oyuncağı

 

Yalanmış hepsi yalan

 

Sevmek diye birşey vardı

 

Sevmek diye birşey yokmuş

 

Acılardan artakalan

 

İşte bu bakışlarmış

 

Kuğu diye gözlerimde

 

Gün batımı bulutlarmış

 

Yalanmış hepsi yalan

Savrulup gitmek varmış

 

Ayrı yörüngelerde



Acı çektim günlerce

 

Acı çektim susarak

 

Şu kısacık konuklukta

 

Deprem kargaşasında

 

Yaşadım birkaç bin yıl

 

Acılara tutunarak

 

Acı çekmek özgürlükse

 

Özgürdük ikimizde



Hasan Hüseyin KORKMAZGİL



AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP



İncecikti

 

Gül dalıydı

 

Dokunsam kırılacaktı

 

Dokunmadım

 

Kurudu

 

Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

 

Ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını

 

Neden akşam oluyorum tren kalkınca

 

Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince

 

Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum

 

Öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki

 

Az önceki çiçekler nasıl da diken diken

 

Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti

 

O elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti

 

Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz

 

Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı

 

Oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı

 

Kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı

 

Nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu

 

Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç



Hasan hüseyin korkmazgil



Amenna



‘Yaşayanlar bir gün ölür’

 

Elbette

 

Ağaçlarla

 

Balıklarla

 

Kuşlarla ben

 

Amenna



‘Ağlayanlar bir gün güler’

 

Elbette

 

Uyanmakla

 

Anlamakla

 

Bilmekle ben

 

Amenna



‘Kısa çöp uzun çöpten hakkını alır’

 

Elbette

 

Direnmekle

 

Kurtulmakla

 

Barışla ben

 

Amenna



Öyle bir yerdeyim ki

 

Ne karanfil

 

Ne kurbağa

 

Öyle bir yerdeyim ki

 

Biryanım maviyosun

 

Dalgalanır sularda

 

Biryanım çocuk parkı

 

Çığlıkçığlığa

 

Öyle bir yerdeyim ki

 

Anam gider allah allah

 

Dölüm düşmüş sokağa



Dostum dostum güzel dostum

 

Bu ne beter çizgidir bu

 

Bu ne çıldırtan denge

 

Yaprak döker biryanımız

 

Bir yanımız bahar bahçe



Hasan hüseyin korkmazgil



Filizkıran fırtınası



Gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası

 

Evler yemen türküsü

 

Sokaklar seferberlik

 

Öyle bir gariplik ki

 

Öyle bir tedirginlik

 

Yaz başında güz sonrası



Ayvalar çiçekteydi

 

Güller daha tomurcuk

 

Açıl demişti güneş

 

Açılmıştı kıraçta kış elmaları

 

Çözül demişti güneş

 

Çözülmüştü yılanlar karanlık odalarında

 

Dallarda yuvalar tüy kokuyordu

 

Düğünçiçekleri şenlikli



Gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası

 

Ne dal kaldı ne tomurcuk

 

Yerden yere çaldı otları ağaçları

 

İnsan yüzlü bir korkuluk

 

Üşüdüm dünyalarca

 

Baskın yemiş bir kent gibi üşüdüm

 

Sergen etti filizleri sapsarı bir karanlık

 

Bahardan kışa düştüm



Acılı günler gördüm

 

Sığdıramam bir tek günü bir koca yıla

 

Geceler geçirdim yoz kentlerin bulvarlarında

 

Nice baharları kışlara gömdüm

 

Uzak düştüm yelinden yelvesinden acılı yurdun

 

Uzak düştüm umudundan mutundan

 

Yomundan uzak düştüm

 

Bunaltının böylesini görmedim



Severim fırtınanın her türlüsünü

 

Ormanlar uğultulu sular dalgalı

 

Severim filizkıran fırtınası’nı

 

Kırıp kanatmıyorsa sevincin türküsünü

 

Nerde benim baharım

 

Dalım yaprağım nerde

 

Gece çökmüş üstüne kerpiçsel yalnızlığın

 

Sanki kaplan pençesinde bir manda böğürtüsü

 

Ne kuş kalmış ne çiçek

 

Ne kırmızı ne yeşil

 

Sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü

 

1978



hasan hüseyin korkmazgil



Işıklarla oynamayın



Başımı döndürüp bakamıyorum

 

Nasıl kaldı gerilerde onca yıl



Karanlık bir gömütlüğü düşte geçmiş gibiyim

 

Tatmadığım bir içkiyi bir akşam

 

afrikasal bir törende içmiş gibiyim

 

Birdenbire kan yağmurlu bir bulut

 

Birdenbire kan kokulu bir duman

 

şaşkınlıktan gemileri yakmış gibiyim



Işıklarla oynamayın / dedim ben size

 

Yararı yok karanlıkta sürek avının

 

dedim ben size

 

Yanlış kalemlere kayar elleri yazıcıların

 

Tutanaklar yanlış yazar

 

dedim ben size



Karanlığı az kullanın / kirliler kokar birgün

 

Birgün yanar bu ışıklar sırıtır suratlarınız

 

Kirlilere sığınmayın / dedim ben size

 

Yararı yok oynaşmanın törensel aklıklarda

 

Kaçın kaçabilirseniz uzak sulara

 

Işıklarla oynamayın / dedim ben size



hasan hüseyin korkmazgil



Kerbelâ uzak değil



“Pîr Sultan’ım eydür yezitler gamda

 

Horasan erleri urum’da şam’da

 

Biz de mihman olduk bir ayn-i cemde

 

Doyup kanamadık hallerinize



Nezaman boynuma gitse elim

 

büyür kerbelâ’m

 

Nezaman kana değse gözlerim

 

kerbelâ’da bir akşam



Bir uzun havadır munzur

 

mor bir katar gibi düzülüp gider

 

Saz çalar akşamları Pîr Sultan göçmenleri

 

gönlümün terazisi bozulup gider

 

Koca fırat vura vura başını

 

Hey fırat

 

fırat fırat

 

Benim anam döve döve döşünü

 

Kerbelâ uzak değil

 

Ağlama sen



Ben de silah çattım munzur eteklerinde

 

Yıldızlara uludum yalnızlığın fıratçasından

 

Gözleri nasıl da gözlerimdi hoooooy

 

Ağrıda benden öte

 

Bir munzur

 

Bir fırat

 

Ve bir gelincik

 

üçü de erzincanlı

 

üçü de üçgüzeller

 

gibi şuramda

 

Ben de kulaç attım dedemlik tosbağalarla

 

kıyıları gelincikli fırat’ta

 

Fırat fırat

 

hey fırat

 

İnsan nasıl allahsarmış gördüm o yalnızlığı

 

Yaşadım allahsamayı bütün boyutlarıyla

 

Kerbelâ uzak değil

 

Ağlama sen



Uzak geldim

 

Seferberlik seferberlik çığrışır ayaklarım

 

Başımdır dolaşır elden ele hergün şam’larda

 

Yüreğimdir her seher bir ak güvercin

 

Bu kaçıncı yezit

 

dostlar

 

bu kaçıncı muharrem

 

Ben gözüme sürme değil kerbelâ çektim

 

Ağlama sen

 

‘Ağlama gözlerim mevlâ kerimdir’

 

Ben bilirim o mevlâyı

 

mevlâ bizimdir

 

Taze karpuz kokusu

 

bu benim kanım

 

Dostlar, yüzleriniz neden böyle kuytu gülleri

 

Yüzleriniz bir avuç su

 

A dostlar

 

Fırat fırat

 

Hey fırat

 

Neyleyim ben suyunu

 

Yangınım kaç bin fırat

 

Çilem kaç bin cehennem

 

Hergünüm bir kerbelâ



Bakın hele

 

Bakın şu soyukahpelilere

 

Sabahın seherini haram etmişler bana

 

Kaygulu geceleri vatan etmişler bana

 

Fırat fırat

 

Hey fırat

 

Fırat’ı, dost fırat’ı

 

Düşman etmişler bana

 

Nezaman bir ak güvercin konsa dalıma

 

Ak boynundan kanlar sızsa boynuma

 

Nezaman tuza batsam fırat kıyılarında

 

Yezitler doldursa akşamlarımı

 

Dolaşır kesik başım şam’larda

 

Ürkerim büyük tutsaklığımdan



Yavrum, mazlum bakışlım, niye akşamız

 

Niye böyle

 

Binicisiz at gibi

 

Göçün ucu saplandı karanlığa

 

Göçün ardı görünürde yok

 

Kim geçmiş bu dağlar kargaşasını

 

Kar kokmuş güneş kokmuş türküsü kimin

 

Kim dökülmüş kızılırmak’lara binlerle



Bakarım biryanıma

 

Derim yüzülür

 

Bakarım biryanıma

 

Etim kıyılır

 

Sallanır ak bedenim yağmurda yaşta

 

Urganı boynunda dedem görünür

 

Tutuşmuş ali kuzularının ak çadırları

 

Aşar gelir çığlıkları anacıkların

 

Adımın arkasında

 

Taptaze yaram görünür



Kerbelâ aşkım benim

 

Umudum öfkem açlığım

 

Kalabalık yalnızlığım

 

Çocuk saflığım benim

 

Fırat fırat

 

Hey fırat

 

Muhanete muhtaçlığım

 

Kerbelâ benim



Onlar hep yezit’tiler

 

Ben hep Hüseyin

 

Onlar çöle akar gibi akıp gittiler

 

Ben geldim buralara

 

Fıratlaşarak

 

Kerbelâ uzak değil

 

Kerbelâ uzak değil

 

Ben bilirim bu kavgayı

 

Ağlama sen



Hasan hüseyin korkmazgil



MASAL KOKUSU



Ben bu kapıları bir bir açarım açmasına ama kırarım

 

Şehzadelerle gitti ölü devin altın anahtarları

 

Masallara dönük yüzlerinizde o hiç eksilmeyen kaygu

 

O donuk maviliği masal cennetlerinin

 

Bırakın işte gözleriniz alın işte yumruklarınız

 

Ama siz aptalsınız aptalsınız

 

Birgün masallaşırsam görün işte cüceliğimi

 

Aktıkca büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım

 

Ben bu kapıları bir bir kırarım kırmasına ama siz korkaksınız

 

Daha çocuk bile değilsiniz siz

 

Devler çizersiniz altın sarayların kapılarına

 

Sonra durup ağlarsınız ağlarsınız

 

Bu kan sizin kanınız , evet ama ya siz kimsiniz

 

Neden böyle yorgunsunuz neden böyle aldatılmış

 

Alıcıkuşlar döner ürpertili etlerınize

 

Mumyaların gölgesinde piramitler dikersiniz

 

Atı otu iti eti bırakıp gerçek saraylarda

 

Sürülerle kaçarsınız kaçarsınız

 

Aktıkça büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım



Hasan HÜSEYİN



ORANLAMA



Bir sen eksiktin sarıyıldız hoşgeldin

 

Geç bakalım karşıma benimle içer misin

 

Ağlar mısın içince burnuna çeker misin

 

Gözyaşların yakabilir mi dudaklarımı

 

Ama neden titriyorsun öyle sarıyıldız



Bak ben su taşıyorum ince elekle

 

İğne deliğinden dünyayı geçiriyorum

 

Bak ben aklıma uyup sarıyıldız

 

Durmadan aklımı şaşırıyorum

 

Sen beni kaçıncı binden tanıyorsun ki



Hadi bana çelik mavisi bir gece getir

 

Hadi dostlukları tek tek koparıp getir

 

Alnımdan öp beni e mi, yitik sıcaklığımı getir

 

Gençliğimi çılgınlığımı deli günlerimi getir

 

Ne o sarıyıldız sen de mi ağlıyorsun



Hasan HÜSEYİN





Halit Çelenk’e
Saygılarımla
Ve der ki kitabın ortayerinde
Bütün ırmakları dünyanın
Kızılırmaktan geçer ………………………………………….. …………………………………………..

Kızılırmak

Silâh ve şarkı



Ben bütün karanlıkları bunlarla yendim

 

Doğacak çocuğumun kanında esen

 

Emekçi karımın dimdik bakışlarında

 

Ve çetelerin sipsivri uykusuzluğu

 

Silâh ve şarkı



Benim bütün şarkılarım iri kuşlardır al ve şafakleyin

 

Işıklı nehirler büyütür silâh seslerim tankaranlığında

 

Yekinir yürür orman

 

Yekinir yürür toprak

 

Yekinir yürür kalabalıklar

 

Ve der ki kitabın ortayerinde

 

Bütün ırmakları dünyanın

 

Kızılırmaktan geçer



Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım

 

Geçin sıcak ırmakları kuşlarım

 

Kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım



Açtım kırkıncı kapıyı

 

Gördüm ki atın önünde et

 

Titrer biryerleri zamanın

 

Kırdım kırkıncı kapıyı

 

Gördüm ki itin önünde ot

 

Ürperip durur hiç olmalardan

 

Şakıdı kuş

 

Yarıldı nar

 

Delirdi ateş

 

Ve başladı uğul uğul uğuldamağa

 

Bütün ırmakları dünyanın

 

Kızılırmak

 

Kızılırmak



Güneşin ortasında insanlar kımıldaşır

 

Ve der ki şakıyan kuş

 

Yarılan nar

 

Deliren ateş:

 

Zaman akıyor

 

Omuzlarında kalabalık nalkırıklarıyla

 

Anasonlu duyarlığında general nargilelerin

 

Bir damla kankurusu çok eski savaşlardan

 

Belki silâhların çürümedik biryerlerinde

 

Belki pişman bir ağzın acıyarak anlattıkları

 

Aşka benzer bir karışık kıtlık direnci

 

Boyunları kafataslı saray kahramanları

 

Yığınlara vatan diye kalan yoksunluk

 

Ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı!



Yıkık bir ud tiryakiliği antika cumbalarda

 

Kanaryalarında berberli bezginliği burjuvalığın

 

Bir polis burnu belki – dağdaki çarıksızın çarıksızlığı

 

Bir büyük vurgun düzeni – belki de bir lavrens

 

Vurgunun soygunu nevyork’ta döllediği

 

Bir kucak sakal sanmak belki de marks’ı

 

Toprakları denizleri insanları ingilizlemek

 

Silâhlarla beklemek sömürge sofralarını

 

Vaşington ağalarının pilâtin dişlerine

 

Taze bir kan gibisine gerinir güneşlerde

 

Saklar genişliğini şarapçasına

 

Altun tepsilerde çok büyük ölür yürek

 

Çok büyük hıncı kalır mayonezli kirenaların

 

Yanyana



Birsofrada

 

Sanfransisko ve c.i.a.

 

Yâni çuval ve mızrak

 

Notrdam’ın kargalarının güldüğü



Sakalları incili hümanizma satıcıları

 

Halep pazarlarından gecikmiş bir ikindi

 

Kışlalar öğlesonları asurbanipal

 

Bir böcek ölüsünün geceyi kemirdiği

 

Tektanrılı çokyataklı ve çok çok acımaklı

 

İkindi parklarında köpek ve kıral

 

Altun ve brovningin karanlık egemenliği



Konuşun soytarılar

 

Çalgılar susun

 

Daha bitmedi açlar

 

Salınır o eski sularda cüzzam yalnızlığı kirliliklerin

 

Gözün gözü sömürdüğü topraklarda ayıp ve kara

 

Şimdi çoktaaan terekesi o serüven kahramanlığın

 

O bezirgan mutluluk balık tutar şimdi mor kuytularda

 

Ne de çok özlemişiz gökyüzünü kirşiz sevmeyi



Kırdım kırkıncı kapıyı

 

Kandım o pınarlardan

 

Başladı ugul uğul uğuldamağa

 

Bütün ırmakları dünyanın

 

Kızılırmak

 

Kızılırmak



Sen ne cömert topraklarsın ey ortadoğu

 

Sen ne çok soyulansın ve hiç uyanmıyansın



Akdeniz’de mor bir deniz burjuva gitarlarında

 

Kuytuların kuytularda ölüme döllenmesi

 

Sevişmenin soyutluğu ve çamurluğu

 

Duaların çamurluğu ve soyutluğu

 

Gökyüzüne insanca bakamamak

 

Yâni hiçbir şey

 

Yâni utanç ve lavanta

 

Yâni mum

 

Çoktespihli bir ebabil ki uzar çöllerde

 

Uzatır baltazar bayramlarını petrol petrol

 

Uzatır köleliği âmin âmin

 

Çeşmelerinden hâlâ şehname akan

 

Şahlı seccadelerde acem ve anka

 

Mezarlık toprak reformu – kölelerin eşelendiği

 

Keskin bir ingiliz burnu – de ki abadan

 

Ya da bir şah ve allah ve dolar üçlemesi

 

Saat tam onikiye beş kala

 

Akdeniz’de mor bir deniz burjuva gitarlarında

 

Soyubitmiş balıkların akvaryum bezginliği

 

Bir dilim ay

 

Bir lokma arap

 

Gölgesini güneşten bile esirgeyen –

 

Ve şakkulkamer bedeviliği

 

Yâni utanç ve lavanta

 

Yâni kirli ve kaçak

 

Yâni mum

 

Kalçaları, kadın pazarlarının – yok başka

 

Karanlık vatanseverliği kaçakçılığın – yok başka

 

General nargilelerin madalya törenleri

 

Ve şeytan taşlaması petrol kırallarının – yok başka

 

Ezik ve utangaç

 

Bilgiç ve yoz

 

Mum

 

Yâni demek istiyorum ki

 

Sadakalı sosyalizm soytarılığı



Konuşun soytarılar

 

Çalgılar susun

 

Bekler güzel yarınlarını bu tutsak toprakların

 

Çetelerin o sipsivri uykusuzluğu



Akdeniz’de mor bir deniz burjuva gitarlarında

 

Neyin neye düşman olduğu belki de hiç bilinmeyen

 

Hergece bir düşük, sam radyosunda

 

Hersabah bir komik âdem

 

Bir hacıyatmaz

 

Ve komünistli bir kıralistan yunanistan’da

 

Hacının develeri gevişirken ay altında ortadoğu’da

 

Petrol ve çelik kırallarının gölgesinde bir istanbul akşamı

 

Bizans ve kirli

 

Türk ve yoksul

 

Ve mâcun

 

Allaha ve devlete ve bilcümle gölgelere dualar eyliyerek

 

Biryanı yangın yıkım

 

Biryanı yoksul yetim

 

Biryanı dökülür pul pul

 

Deniz

 

Altun

 

Ve kristal karışımı halinde bir istanbul

 

Uyanır köprüaltı uykularında



Elektıronik müzikli bir hicazkâr ud

 

Ve kızıl çağrısı açlığın

 

O devletli tekliğinin kabuğunda bir hamal ortadoğulu

 

Sıla çalgını da

 

Vatan yoksulu

 

Allaha inanır arapça

 

Yoksulluk çeker türkçe

 

Ve denizi sever çocukça

 

Oraları söyler durmadan

 

Oralarda yaşar bıkmadan

 

Oralarda ölür istanbullarda



Kaktüs kemirenlerinden biri midir brezilya’nın

 

Yoksa nil’e tapan ve aç yatan bir fellah mıdır

 

Kimbilir belki de rio’lu bir gecekondulu

 

İnsan nerde başlar belli değil ki

 

İstanbulsuz gibi yaşıyarak istanbul’u

 

Vatansızlığını vatan diye güzelim gün ortasında

 

Elektıronik müzikli bir hicazkâr ud

 

Eveleşip develeşip dönüşmesi gökdelenlere

 

Yanki go hom’lu bir miting alaturka

 

Betonarme balkonlarında emperyalizmin

 

Ve kasıklarında maydarling amerika

 

Yâni bütün devrimcilerin konakladığı

 

En çok özlediklerine düşman yaşıyan

 

Bir gecikmiş kıral ve özgür köle

 

Sürüyerek zincirlerini kaldırımlarda

 

Ana avrat söverek soluna sosyalistine

 

Ve bir somun ekmek kaldırımlarda

 

Ve bir garip hamal kaldırımlarda

 

Ve bir vatanölüsü kaldırımlarda



NE bulmak içkilerde intiharlarda

 

Neye varmak birşeyleri durmadan çoğaltarak

 

Çiçek resimleri çizmek güneşli pencerelere

 

Ölüleri akreplerle çiyanlarla karıştırarak

 

Eski çamaşırları yenilemek dilencilerde

 

Bir eski oyuncaktan koca bir gençlik bulup çıkarmak



Kimbilir biz şimdi nelerin neresindeyiz

 

Alı neden moru neden kırmızıyı kimbilir neden severiz

 

Bir kenti geri almak ve davul

 

Bir kenti geri vermek ve davul

 

Oynaşmak iskeletlerle altunlarla madalyalarla

 

Dedeleri gümüşlere altunlara atlara oranlamak

 

Bıkıp bıkıp yeniden başlamak sevişmelere

 

Kimbilir biz şimdi nelerin neresindeyiz

 

Alı neden moru neden kırmızıyı neden severiz

 

[Kimbilir



Dal uyur daldasında yorgun dalların

 

Gece büyük büyük anlatır eskimişlerden

 

Su değil toprak değil

 

De ki acımışlıklar

 

De ki altun sözcükleri tükenmişliğin

 

Oturur direk direk

 

Götürür pazar pazar

 

Ne ki yaşamak?

Umduğum Gel



Sevdiğim gel

 

Beklediğim gel

 

Gel benim

 

Kuşak kuşak

 

Yoluna kurban olduğum

Kırmızböceğini Tanır mısınız?



Güneşin kıyısında kırmızböcekleriyiz

 

Bir, maviye çalar türkülerimiz

 

Bir, kapkaraya

 

Kağnı uzaklığını bilir misiniz

 

Kırmızıbiber ve tuz

 

Bilir misiniz

 

Karlı karanlıkta yalnız

 

Yapayalnız

 

İnce ince ölmek

 

Bilir misiniz

 

Bugün bulgurun sonu

 

Yarına dur bakalım

 

Öbürgün allah kerim

 

Bilir misiniz

 

Toprağın boynu bükük

 

Eller umarsız

 

Ağam sen bilirsin

 

Bilir misiniz

 

Hani derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz

 

Ve işte atombombalarıyla korunur açlığımız

İşlemeli Mendil ve Kurşun



Harmanyeriyiz hey bre

 

Karakol kapısıyız

 

İmparatorluk kokar sefaletimiz

 

Soyula soyula çıplak

 

Güdüle güdüle sürü

 

Bütün halklar gibiyiz – biraz kuşdili

 

Biraz kahvefalı

 

Ve biraz da düş

 

Hapisâne avlusuyuz hey bre

 

Cennet kuzularıyız

 

Helallaşır gibi bakarız dostların gözlerine

 

Severiz gülyağını

 

Ve bir de aynaları

 

Ve bir de aynalarda yiğitlik masallarını

 

Sonra azıcık da sakızı

 

Azıcık da uçkurhavalarını

 

Bıyık burup gazel çekeriz de tenhalarda menhalarda

 

Uzatırız boynumuzu elkapılarında

 

Sülünler gibi



Ve işte türkiyeliyiz

 

Hani derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz

 

Hamsiyiz karadeniz’de

 

Çukurova’da pamuk

 

Uzunyayla’da buğdayız

 

Ege’de tütün

 

Sınırboylarında gözükara kaçakçılarız

 

İstanbul’da kadillaklı karaborsacı

 

Ve doğu dağlarında koçero’larız

 

Eşsiz bir güzellikle çarpılmış gibi

 

Uyumuşuz yoksulluğun körmemelerinde

 

Çalışkanız

 

Filozofuz

 

Dostuz

 

Bütün sömürülenler gibi ezik

 

Bütün uyananlar gibi kızgın ve doluyuz

 

Seslenir yüzyıllar ötesinden pir sultan abdal’ımız

 

‘Üstü kanköpüklü meşe seliyiz’

 

Etekleriz de kodaman soyguncuları ekmek kapılarında

 

Gözümüz gibi koruyup kolladığımız devletin silâhını

 

Hey bre

 

Yoksul – yetime doğrulturuz



Ve işte türkiyeliyiz

 

Ateşleriz de mandıraları fabrikaları

Topal karıncayı melhemleyip salıveririz

Bir yaprak düşer bir yanbakış götürür biryerlerimizi

 

Kan sızar yeşillerden ak mendillere

 

Çıkarıp öcümüzü dağbaşlarına

 

Ağıtlara ağıtlara dökeriz yüreğimizi



Saksıda çiçek

 

Kıraçta ceviz

 

Örtülerimizde nakış nakış sabır ve gözyaşı vardır bizim



Akıyorsak garip çaylar gibi incelerekten

 

Dokutuyorsak eğer sonbahar gibi

 

Çok ağır olduğumuz içindir mandalar gibi

 

Ve balıklar gibi çok kalabalık

 

Seviyorsak silâhı ve yoksulluğu

 

Susuyorsak kar altında toprakçasına

 

Bıçak kemiğe değmediği

 

Güneş ufuktan doğmadığı

 

O tozkoparan fırtına

 

Kapımızı

 

Kırmadığı içindir



Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım

 

Geçin sıcak ırmakları kuşlarım

 

Kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım



Anasının karnını tekmelediğinde temmuz

 

Kocaman ve çoook akıllı bir balıktı uzayda

 

Proton -1 uydusu sovyetler’in

 

Ve çelik bir kelebekti mariner-4

 

Ensekökünde merih’in

 

Şeftali emzikteydi bursa’da

 

Pamuk çiçekte

 

Çukurova’da

 

Ve yeşil bir buluttu buğday

 

Konya’da

 

Sivas’ta

 

Siverek’te



Ozan ozanca söylüyordu dünyanın geleceğini

 

İşçi grevce

 

Adını bile bilmediğimiz birileri vardı dünyanın bir-

 

Yyerlerinde

 

Örneğin singapur’da

 

Tahran’da belki

 

Belki de Kordoba’da

 

Karakas’da mı desem katanga’da mı

 

Yoksa roma’da mı ankara’da mı

 

Birileri biryerlerde durmadan yontuyordu

 

Barışı mermer mermer

 

Öfkeyi demir demir

Sevgiyi tunç tunç

 

Doyumsuz günler aşkına



Ölmek birşey değil dostlar

 

Hergün ölmek güç

 

Açlık

 

O başka ölüm

 

Açlık korkusu

 

Beter

 

Ne atom ne hidrojen ne yangın

Dağları dümdüz etmeğe – dostlar

 

 

Aç çocukların çığlığı yeter

 

Proton-1

 

Mariner-4

 

Güzel

 

Akıllı

 

Büyük

 

Yıldız kaymaları masallar getirirken gecelerime

 

Yangından kaçar gibi bölük bölük

 

Sırtı yorganlı emekçileri cömert ülkemin

 

Göçüyorlardı vatan vatan

 

Viyana üzerinden

 

Adenover almanyasına

 

‘Aallı turnam bizim ile gidersen

 

Şeker söyle kaymak söyle bal söyle’

 

Söyle ki iyi vursun hınzır vurguncu

 

Tüyübitmediği soysun tefeci

 

Eskiden gemilere bindirip bindirip zencileri

 

Allı turnam geçersen ırgat pazarlarından

 

Zincirli topraklardan hacizli kapılardan

 

Hastane önlerinden geçersen allı turnam