Silinir mi Şehir

Ey sevgili,
İşte bir anneler günü daha,
Geride kaldı.
Bir gün daha. Bir gün daha…
Parmaklarımın arasında
Yitip giden zaman taneleri bunlar.



Zeki Müren hani diyor ya:
“Yıldızları gökyüzünde sever aşıklar,”
“Ben hepsi düşsünler isterim, tek, tek,”
“Muradım, seni dilemek.”



Bir imkansızın at koşusudur bu.
Dünyanın sergüzeştidir işte.
Sonu gelmez serüvenin homurtusu.
Sonu gelmez çaresizliğin figanıdır
Yitik sevdam…



İsmet Özelin dediği gibi:
“İsa Golgota’ya çıkarken tökezlemeden önce,”
“Önü sıra sendeleyip ayağı burkulan bendim.”
“Yar idim dulda saydı beni açmak isteyen gonca,”
“Dert oldum Hira’ya beni teskine geldi Efendim…”



Ey biçare ruhum!
İnsan sayfasının satırları arasında,
Solgun, yorgun kişnemeleri bunlar.
Cellatların dar ağacında kurduğu
Kurt kümelenmeleri işte.
Sen benzi sarı gıcırtıların,
Ahengine bıraktığında kulaklarını,
Ben başka şehrin karnında öğütülmedeyim.
Dünya hıdırellezin yeşilliğine gebe.
Ben Sina’da promete kızıllığındayım.
Senin yüzün pembe.
Ellerin alev dolu.
Zaman, kuşluk vaktidir çepeçevre.
Bense akşamın ziftindeyim.
Kurtlar dökülüyor dallarımdan
Yanardağ gibi…
Acılar direndi de sensizliğe.
Bir ben alışamadım ay ışığına.
Saklanbaç oynayan güneş dinlendi de,
Ürküntü tenha çoraklığında unuttum her şeyi.
Yunus yana yana, Yürüdü gitti buradan.
Mevlana’nın başı döndü,
Bilmem neyin sesinden.
Yakup’un gözleri kör kuyu.
Asasında Musa’nın çıyanları fışkırıyor parmaklarımdan.
Bir kere doğar insan.
Fakat çok kere ölür.
İşte Ruhum
zamanı anlarsın belki.
İstanbul’u da bilirsin
anılarla uzakta.
Ama, İstanbul’da zamanı zor anlarsın.
Hele beni…
Bir de sen yoksan.
Silinir haritadan bu şehir.
İşte zehir, işte panzehir.



Süleyman Yüksel