Zaman mı dediniz?
Sizin zaman dediğiniz sizin mahkumiyetinizden başka nedir?
Sırtımızda kocaman cesetler ve yaşadığını sandığımız onca yitmiş zaman… Gözlerimiz ufukta bulanık görüntünün hayali içinde öylece kilitli kaldı. Anahtarı pas tutmuş çizgilerin sarmaladığı bir çift atım…
Ağızların buruştuğu yüreklerden mezarlık dolusu kelimeler mi bekliyorsunuz? Her biri miyadını doldurmuş yığınla öbek öbek bir sürü sözcük… Arkamı döndüğümde önümde kalan kelimelerin manasından hakiki mefhumlar mı umacaksınız? Her arkamızı döndüğümüzde önümüzde olan geçmişin tırmıkları bunlar. Voltaya durmuş idmanlı sözcükler…
Birazdan yine hava kararacak. Bir yerlerde selalar duyulacak. Cenazenin selasını veren cenaze gibiyim bu akşam. Umutların kıpırdanışına bıraktık kendimizi.
Meltem esintisinde yok olacağız zamanın gizeminde. Zamanı zamansız doğdurabilen var mı? Her kimki; zamanı kendine mülhem kılabilirse ne mutlu ona.
Sırtımızda cesetler, yüreğimizde zamanın zilleri. İşte çan gürültüsüne gark olmuşların beklentisi… Boynumu büktüm ve o zilin akisine bıraktım kendimi.
Biri yuvarlanan taşın tozuna inanmasın. O toz ki bizi gerçekliğin kendisi sanmasın. Yüreği taş olanların tozunu yutan var mı acaba?
Süleyman Yüksel